Rahmetli Gün Sazak’ın şahadetinin üzerinden tam 43 yıl geçti. Uğradığı suikast üzerine çok şeyler yazıldı. Bizim kuşağın öncülerinden, örnek şahsiyetlerinden biriydi. Bugün onunla ilgili bir hatıramı anlatmak istiyorum.

Yıl 1979, Manisa Spor Akademisinden sol terör yüzünden devamsızlıktan atıldım, memlekete, Elâzığ’a döndüm. Birkaç hafta sonra Erzincan'da Doğu Anadolu Bölgesi Güreş Şampiyonası oldu. Antrenmansız ve hazırlıksız gittiğim müsabakada 2. olarak Türkiye Şampiyonasına gitmeye hak kazandım.

Türkiye şampiyonası Manisa'da olacak, lakin ben orada Ocak Başkanlığı yapmış ve birazcık -düşman-kazanmışım. Solcuların yakalarlarsa beni bir kaşık suda boğacaklarını biliyorum.

Benim dışımda iki Elazığlı güreşçi daha şampiyonaya katılma hakkı elde etmişti. Üç sporcu bir yönetici Manisa'ya geldik. Şampiyonanın yapılacağı salon Spor Akademisinin bitişiğinde ve Sol'un kontrolünde. Aynı salonu okul da kullanıyor. Oraya gidip gelmek ateşe atlamak gibi bir şey.

Ocak, iki ülkücü polis ayarladı, bize bir de hemşerim Fatih Esen katıldı. Salonda bir saldırı olursa onlar beni koruyacaklar. Gittik, müsabakalar başladı, artık Erzincan'daki gibi hazırlıksız değilim. Üç maç yaptım üçünü de kazandım. Beni Erzincan'da yenen güreşçiyi de açık farkla yendim. Ben salonda ısınma hareketleri yaparken okuldan çıkanlar da yavaş yavaş salona gelmeye başladılar. Beni gören, okulun diğer öğrencilerine de haber verdi. On- on beş dakikada salon neredeyse okulun öğrencileriyle doldu. O sıralar okul düşmüş ülkücü öğrenci kalmamıştı. Çünkü aramızda muvazenesiz bir sayı ve güç farkı vardı. Biz 18 kişiydik, onlar 350 kişi.

Ben maçlara hazırlanırken flaşlar patlıyor, maç heyecanından bir anlam veremiyordum. Beni çok seven Gaziantepli bir milli güreşçi yanıma gelerek, "senin fotoğraflarını çekiyorlar dikkatli ol" dedi heyecan fırtınası içinde çok anlam veremedim, ama içerideki sayı artınca da tedirgin olmaya başladım. Elazığlı diğer güreşçiler yenilerek elendiler. Ben 3 galibiyetle yarı finale kaldım, neredeyse Türkiye üçüncülüğüm garantiydi. İçeride hava gerginleşince benimle gelen polislere artık o gün müsabakam kalmadığı için "çıkalım" dedim. Biz dışarı çıkınca okuldan bir grup öğrenci de dışarı çıktı. Bir taksiye binip bizi Ocak'a götürmesini istedik. Arkamızdan çıkanlar iki araçla bizi takip ettiler, Ocak'ın önünde inince geçip gittiler.

Sabah önce tartı sonra müsabakalar var. Polislerle sözleştik sabah gelip beni götürecekler.  Sabah polislerden biri geldi öteki gelmedi. Ben hala durumun ciddiyetinin farkında değilim. "Gidelim" dedim, bir taksi tuttuk salona doğru yola çıktık. Salona varmadan tren yolu geçidi var, oraya varınca bir gün önce beni uyaran Gaziantepli milli güreşçinin geldiğini gördüm. Taksiyi durdurdum, "nereye" dedim, "ben de seni arıyordum, sakın salona gitme seni arıyorlar, vuracaklar" dedi. "Bir şartla gitmem" dedim, "milli takım antrenörünü tanıyorsun ona beni milli takıma çağırmasını söylersen dönerim" dedim. "Söz, söyleyeceğim ama sen de hemen dön" dedi. Benimle gelen polis "dönmeyelim" dedi. Bir polisle hele ben salonun ortasında korumasızken hiçbir şey yapamayacağımızı biliyordum. “Hayır" dönelim dedim, döndük. Benim Türkiye şampiyonu olma hayallerim böylece bitti.

Elazığlı diğer sporcular yenildikleri için ilk gün akşam Elâzığ otobüsü ile geri döndüler. Elâzığ’a varır varmaz Manisa Ocak'ın telefonunu bulup not bırakmışlardı. "İrfan sakın gelmesin, Salihli’de bazı militanlar ellerinde İrfan'ın fotoğrafları ile otobüse binip İrfan'ı aradılar." Böylece salonda patlayan flaşların anlamı ortaya çıkmıştı. Ben de bu uyarı üzerine birkaç gün Manisa'da kalmaya, arkadaşlarla hasret gidermeye karar verdim.

Pazartesi oldu, öğle saatleri bir arkadaş koşarak geldi" İl Başkanımız Cemil Çöllü'yü vurdular "dedi. Çöllü erdemli, ahlaklı bir insandı. Eczacıydı, Manisa'da sevilen bir isimdi. Bir ilde il başkanının vurulması demek o hareketin kalbine ateş açılması demekti. Ardından misilleme mantığı devreye girdi, soldan da vurulanlar oldu. Beni salona götüren polislerden biri Ocak'a gelerek," seni vuracaklardı, sen salona gitmeyince aynı kişiye Cemil Çöllü'yü vurdurdular" dedi. Bu bir tahmin miydi, bilgi miydi hiç bir zaman öğrenemedim.

Bir gün sonra rahmetli Cemil Çöllü'nün cenaze merasimi vardı. Ankara'dan biri Ocak'tan iki araç gelmişti. Partiden gelen ikinci araçta rahmetli Gün Sazak, rahmetli Tahsin Ünal, rahmetli Osman Albayrak ve Ahmet Hamdi Ayan vardı. Cenaze kaldırıldı, büyük kalabalık daha sonra Ocak'ın önüne geldi. Taziyeler kabul edildikten sonra dönecekler. Ben de Elâzığ’a döneceğim ama sporcu arkadaşlardan gelen ikaz üzerine otobüsle dönemiyorum. Ocak başkanı " istersen sen de Gün beylerle beraber dön" dedi. “Olur" dedim. Ocak'tan gelen gençlerin arabası doluydu. Gün beyin bindiği araç eski model, büyük Chevrole taksiydi. Tahsin Ünal, Osman Albayrak ve Ahmet Hamdi Ayan arkaya bindiler. Benle Gün Sazak öne bindik. Hiçbiri -niçin- diye sormadı. Aranıyor olabileceğimi tahmin ediyorlardı. Ama hiçbiri yüzünü buruşturmadı, tedirgin olmadı, bir görevi yerine getiriyor gibi beni araçlarına aldılar. Hiçbir olaya karışmamıştım ama polisin gözünde her zaman olağan şüpheliydim.

Uşak'a geldik, yolda uygulama var, polis arama yapıyor, kimliklere bakıyor. Bizim aracı da durdular. Uygulamanın başında Uşak Emniyet müdürü. Tahsin Ünal müdürü görür görmez camı indirdi, müdür Polis Akademisinden öğrencisiymiş. Birkaç hafta önce rahmetli Türkeş Uşak'a gitmiş, olaylar olmuş, aracı taşlanmıştı. Tahsin Ünal, müdüre bir fırça attı, "Türkeş'in aracının taşlanmasına niçin engel olamadığını "sordu. Müdür kem küm etti. Bu arada müdür Tahsin Ünal'la konuşuyor ama iki de bir göz ucuyla beni de süzüyor. Bu gencin bu adamların aracında olmasına bir türlü akıl erdiremiyor, ama hoca-öğrenci ilişkisi yüzünden de soramıyor. Biraz tatlı azar ve hoca talebe muhabbetinden sonra yolumuz açıldı Ankara'ya doğru devam ettik. Yol boyunca kâh Gün Sazak'la konuştuk, kâh omzuna yaslanarak uyudum. Beni Ankara'da kalacağım yere kadar götürüp bıraktılar. Gün bey bir ihtiyacım olup olmadığını sordu, yoktur dedim, teşekkür ettim.

O bakanlık yapmış bir kişiydi. Tahsin Ünal Partinin önemli bir ismi ve yazardı. "Tarım Kentlerini" onda okumuştum. Beni araçlarına alırken en küçük tereddüt geçirmediler. Risk almayı göze aldılar. Dünün milliyetçiliği böyleydi. Bugün olsa daha araca biner binmez biletimizi kesen onlarca insan çıkardı. Bunu 14 Mayıs seçimlerinde yaşayarak gördüm.. Dayanışmadan çelmelemeye giden bu değişimin iyi irdelenmesi gerekir. Ne oldu da biz birbirimizin kurdu olduk?Bu sorunun cevabını bulabilirsek belki yarım kalan hayallerimizi de gerçekleştirebiliriz.

Bu vesileyle Gün Sazak'ı, Tahsin Ünal'ı, Osman Albayrak'ı rahmetle anıyor, A.Hamdi Ayan'a sağlıklı, huzurlu bir ömür diliyorum.