Türkiye’de kavramsal bir siyasal iletişim mülahazası yapalım ve bunun üzerinden politik liderlerin “başarım skalasını değerlendirelim” denilse kimi, nasıl görürdünüz?.. En taze ölçüt de örneğin 2023 Mayıs seçimleri olsun…

Siyasette lider kimliği bugün baskın geliyorsa (ki bu durum kitle iletişimin keşfinden beri böyledir) bunda başlıca meziyet, o liderin iletişim kabiliyetidir. Düşünün; x ülkede bir lider her tür (sosyal/ekonomik) sorunu vaziyete göre gerçek-ler-den(!) kaçırarak, kendi tanımıyla yorumluyor ve kamuoyunun salt çoğunluğunu inandırıyor iddiası kati bir başarının da teslimidir; ama yine de bu durum bir lideri anlamada yeter şart değildir. Devamı mesele o liderin problemleri kamusalda tartışarak, bir de siyasal muarızları hedef göstermesi, üstüne kendi meşruiyetini pekiştirme kabiliyetidir. Böylece çoğu sıkıntıyı gündemden düşüren ve gücünü muhafaza eden liderler söz konusudur.

Siyasal nitelikli iletişimin boyutu ve niteliği, modern çağda iktidar-toplum görüngüsünün kaçınılmaz gerekliliği ve sonuç alıcı noktasıdır. Bu çerçevede “siyasal iletişim” bahsi, politik şahsiyetlerde kimi önemli özellikler ister; mesela kaynağın (liderin) güvenilirliği, ikna yeteneği, hedef kitlenin (genelde toplumun) özelliklerinin bilinmesi; mesajdaki içerik ve iletişim kanallarının doğru seçimi… Bunları biz, iletişimin olmazsa olmaz umdeleri kabul ederiz.

Dominique Wolton, siyasal iletişim tanımında siyasal problemlerin izahı için en başa (doğal olarak) siyasetçileri koyar ve akabinde yine ona göre medya, temel rolleri üstlenir. Wolton, kamuoyu araştırmalarını da doğal olarak önemsemiştir. Her ne kadar bizim kamuoyu araştırma şirketleri itibarını kaybetse de bu durum göz ardı edilemez. İkinci olarak “medyamızın hükmü ne ki”, derseniz; bu kadar taraflaşma/kamplaşma olan memlekette medya; ancak birbirine/arasında propaganda yapan bir hüviyete bürüne bilir ve Türkiye’de öyle olmuştur. O zaman elimizde (danesi sayılır) siyasal liderlerden gayrı kalan bir şey kalmadığını teslim edebiliriz. Hülasa, onların inandırıcılığı, toplumun sosyal, kültürel, ahlaki ve ideolojileşen dünya görüşü, karşımıza işin anlam haritasını koyar.

Siyasal iletişim kapsamında siyasal lider elbette çok önemlidir; fakat iletişim süreçlerinde sadece lider ile kifayet edilmeyebilir;  mesela Brian McNair, siyasal meşruiyet dairesine alınan kişi ve/ya kurumları da siyasal iletişimin aktörleri olarak sayar. Aklınıza “Bayraktar” ailesini ve bu ailenin yaptıklarını (AKINCI SİHA) getirirseniz, ne demek istediğim pek tabii anlaşılır olacaktır.

Genel ve siyasal iletişim süreçlerinde politik kaynak, hedeflediği kişi/kişilere erişmek için öncelikle iletişimde taşıyacağı bilgiyi, duyguyu ve enformasyonu “doğru kodlamak” zorundadır. Düşünelim o halde, mevcut Cumhurbaşkanımızın böyle bir sıkıntı (doğru kodlama sorunu) taşıdığı, yaşadığı iddia edilebilir mi? Kodlama için seçilen sözcükler: “tek millet-tek vatan”, “milli ve yerli”, “inlerine girdik” veya simgeler-resimler; “Ayasofya”, “KAAN”, “TOGG”, “Çanakkale Köprüsü” vd. göstergeleri başarısız sayabilir miyiz? Bunun karşısına muhalif liderin “HDP terör örgütü müdür?” sualine “ben bilemem, onu yargıçlara sorun” babında verdiği cevabı muhakeme edelim… Yine Rusya’yı hedef gösteren; ama arkasını dolduramayan politik dilin var ettiği muhtemel açmazı hesap ediniz. Dolayısıyla iletişim sürecinde dolaşıma giren mesajların özü ve biçimi, var olduğunuz sosyoloji, çevre gerçekleri ve ideoloji ile münasip şekilde kodlanma gerekliliği ister ki Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın başarısı da buradadır. Eğer iletilmek istenen duygu ve enformasyon toplumsal gerçeklikle tenakuz haline düşerse temel doğrular dahi çok farklı algılanır; geri bildirim düşer ve sizi siyasi başarısızlığa sürükler. İşte Türkiye’de muhalefet de bunu yaşamıştır.

Siyasetin acımasız bir doğaya sahip olduğu söylenebilir. Bu acımasız doğa her nevi güdümleme ve hileye de açıktır. İşin iletişim boyutunda siyasal mesajı aktaran politik ismin kimliği, evvel siyasi başarıları ve yıpranma kat sayısı birinci derecede önem hanesine yerleşmektedir. Kitlenin sosyo-ekonomik sorunları bariz halde görülür olsa da kaynak ileti sahibinin retorik inandırıcılığı dâhil, kimlik algısı ve heybesine yüklenenlerin ne olduğu hayati anlam kazanır. Bunların üstüne o politik kişilik; süreci tartışmalı, sancılı merhalelerden geçirerek dar bir zamanda asimetrik söylem kirliliğine düşüyorsa mesajı mesaj değil; ancak gürültü olarak algılanır. Hani deriz ya; “algı ne ise gerçeklik o’dur”

İşbu görüngüde “kaybeden niye kaybetti” sorusuna ben de bir cevap veriyorum: Sn. Kılıçdaroğlu’nun iletisindeki dil dağarcığı ile toplumun kahır ekseriyetinin dağarcığında imgelenenler ve somut tecrübeler uyuşmamıştır ve siyasal iletişimin döngüsü başarısız bir tecrübeyi ortaya dökmüştür. Keza Kılıçdaroğlu’nun güçlü bir “söylem adamı” portresi çizmekten uzak kaldığını görmeyen paydaşları da bir o kadar süreçte hisse sahibidir.

Kamuoyuna iletilen her politik mesaj haddizatında ileti sahibinin (lider) imzası olarak kabul edilir. Bu imzanın güçlü olması ise pazarlıksız, hayatın doğal seyrinde kazana kazana gelen politik lider algısıyla müsavi işler, denk gider. Bir siyasi kişilik “ben liderim ve muktedirim” dediğinde orantısız tavizler vermek (masa pazarlıkları) ile zem ediliyorsa yahut o şüphe baskınlaşıyorsa imzanın itibarı zayıflar, silikleşir. Hele ki son 15 günde adeta savrulma yaparsanız, oylar size değildir; bilakis tepki gösterenlerin siz dâhil, tepkisinin kemikleşmesidir. (Not ederek âcizane kanaatimi serdedeyim ki ülkemizde olan en büyük mesele de bu bölünmüşlüktür). Sn. Devlet Bahçeli’nin Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’a yönelik verdiği mesajlar yine Cumhurbaşkanının “imza” dediğimiz baskın karakterinin, siyasal niteliğinin, algısının süpürülüp atılamaz olduğuna dair teşbih içre göndermeleridir ve bu tespitler Devlet Bahçeli’nin ne kadar doğru okumalar yaptığına ayrıca delalet eder.

Harold Lasswell ve Abraham Kaplan “Güç ve Toplum” adlı çalışmalarında siyasal gücün şekillenme ve paylaşım süreçlerini vurgular. Bu vurgu özünde politik liderin yeteneklerinden doğa gelir. İmdi Türkiye’de Lasswel’in tanıma uygun sadece iki isim göreceksinizdir; Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli… Sn. Erdoğan ve Sn. Bahçeli hakim sosyolojinin, dünya görüşü başta egemen ideolojinin formasyonunu tabanlarında bir set gibi tutabilmektedir. Elbette bu mesele siyasal kültürle alakalı farklı mülahazalara girmek demektir ve bu iş, başka sayfanın konusudur. Velhasıl çok uzatmadan ifade edilirse; özetle: kaybedecek dedikleri lider kazanmış, partisi bitti dedikleri lider Türk siyasal geleceğinin en stratejik noktasına partisini mevzilendirmiştir. Kısaca özet geçtiğim, detaya inmediğim hususlarda bunları göremeyenlerin koca ülkeyi sıtmadan ölüme götüreceğine inananların kabahati ne olabilirdi ki?

TANRI TÜRK’Ü KORUSUN!