
Murat Taşdan
İran’ın asıl husumeti Türklüktür
Şahsi uzmanlık alanım olmasa da savunma konularına azımsanmaz merak sahibiyimdir. Yaşadığım kent, Türk savunma ünitesinde ikame edici stratejik konumla haizdir ve o konum rabıtalı kurulmuş tesislerde çalışan arkadaşlarımızla (bilhassa hava harp sanayii üzerine) ara ara istişarelerde bulunur, fikir edinirim. Dedim ya sadece konuya ilgi duyan bir iletişimciyim ve savunma uzmanı değilim; ama ülkemiz adına hayati bir konudur. Hele son iki gündür yaşananlar, İsrail’in İran taarruzuyla düşünce ve gözlemlerimi aksettirme zorunluluğu hissettirdi. Elbette uçaklar ve füzelerle cedelleşmeyeceğim; İran üzerinden diyeceklerim var. Yazacaklarım efkara ve tartışmaya açıktır.
Bölgede depreşen umumi manzaraya dair geçen ay, 22 Mayıs’ta, Bir milliyetçinin süreç okuması başlığı ile yazı kaleme almıştım; bu yazı elan Habererk.com arşivlerinde duruyor, ilgilenen kâri buradan okuyabilir: (https://www.habererk.com/kose-yazilari/bir-milliyetcinin-surec-okumasidir-263635h) Bağlantı köprüsünü paylaştığım köşe yazımda ipti, şu cümlemi müsaadenizle hatırlatayım: İran’ın azalan etkisi hem önemlidir hem de cevap isteyen soru işaretidir; çünkü bölgede en güvenilmez ülkenin İran olduğu şüphe götürmez. Evet, şahsi kanaatim bir Türkçü olarak hiç değişmedi ki İran, bölge ve bilhassa, önemle Türkiye için en güvenilmez rakip, hatta düşman ülkedir. Heyhat, İran rejiminin o ülkede Türk milliyetçilerine, Elyaz Yekenli gibi kardeşlerimize neler ettiğini de çok iyi biliriz. Halen Tebriz ve Urmiye’de yapmaya çalıştıkları bahse değer bir başka konu. Vazıh ifade edeyim, Türk dünyası ile (yani Azerbaycan’la) aramızda kurulacak köprüyü sabote etmeye çalışan başlıca hasım ülkedir İran. Yine o yazıda İran, ABD ve İsrail belasıyla boğulurken… PKK’nın üzerine daha çok gitmemiz gerektiğinden bahsetmiştim. Bu iki bela devletten İsrail, ABD’nin bir adım geride durduğu tezgâhta çok geçmeden Fars diktatörlüğünü doğrudan hedef almaya başladı.
İsrail, ABD menşeli F-15 Eagle, F-16 Fighting Falcon ve F-35 Lightning jetleri ile İran’ı vuruyor. İki gündür olan bitenden yığınla argüman üretilir; nükleer müzakere oyunu, İsrail’in bölgesel ve teolojik haydutluğu, enerji krizi, askeri teknoloji vs. Haddizatında iki gündür televizyonda bunları anlatan anlatana; fakat bizim de ders çıkarmamız gerektiği çok açık.
Gelin, İsrail ve İran’a bakalım. Hayır, savaş analizi yapmayacağım; fakat hepimizin gördüğünü ifade edeceğim. İsrail, Fars rejimini 1900 km öteden gelerek vurdu: Tahran, Tebriz, Hamedan; İsfahan ve Natanz’da İsrail uçakları cirit attı… 200 uçakla İran hava sahasını toz bulutuna çeviren Siyonist rejim, esasta bölgeye de dünyaya da bir mesaj verdi.
İki konuda şüpheye yer yoktur; 1’incisi İsrail’in hava muhaberesindeki teknolojik üstünlüğü, 2’ncisi ise İran’ın kâğıttan bir kaplan olduğu gerçeğidir. İran, kalbine sokulan İsrail’e cevap vermeye çalıştı; çalıştı ama verdiği cevap (hasbelkader Tel Aviv ve Doğu Kudüs’e denk getirdiği üç beş balistik füze) ile sınırlı gibi… Bu saatten sonra Mollaların karizmayı doğrultmasının imkânı kalmadı. Gelin, imdi Ortadoğu Uzmanı Kenan Çamurcu’nun söylediklerine bir hisse bakalım: İran Hava Kuvvetleri’nden hiçbir uçak havalanamadı. İkinci güne girerken ancak uçaksavarlar çalışmaya başladı… Başlayana kadar geçmiş olsun. Çamurcu’nun analizinde dikkat çeken yorum (bence) şu, tercüme edeyim: Ona göre bu sonuç, siyasi rejimin bir çıktısıdır. Molla rejimi, Ayetullah mitosu ile Ali Hamaney’in tek adamlığında o kadar abartılıyor ki İran’ın askeri sistemini bile felç ediyor. Dolayısıyla Hüseyin Selami, Muhammed Bakıri ve Amir Ali Hajizadeh gibi rejim komutanlarının İsrail ameliyatıyla keklik gibi avlanmasını buna yorabiliriz. Evet; bir ülkede siyasi kapasite, erkin ideolojik yönelimi, sistem yahut sistemsizlik ülkelerin kaderini doğrudan etkiliyor.
Uzmanlığını taktir ettiğimiz Kenan Çamurcu (burada) haklı olsa da eksik kalan, ıskaladığı, hay de anlatmadığı hususlar var, diyelim. Molla Fars Rejimini boş, karavana sayarsak hata ederiz. Zekice attıkları her adımın İran halklarına yönelik hesap içermesi, hele ki Türk varlığı olunca layüsel bırakılmaz. O halde gelin, demografiye bakalım. Efendim, 91 Milyonluk İran nüfusunun 35 milyonu Türklerden oluşuyor. Keza 6 milyon Kürt, bir o kadar Lur, 2 milyon Arap ve Beluç etnisitesinin yaşadığı bu ülkede Farslar, olsun olsun ülke nüfusunun yarısına tekabül eder. Haliyle Molla rejimi, doğrudan Fars milliyetçiliği yapmadan; ama İran coğrafyası öncelikli, bölge kapsamında Yemen’den Suriye, Bahreyn ve Lübnan’a kadar Şii kartını ideolojik motivasyon aracına dönüştürmekte şimdiye dek mahir olmuştur. Bu iyi bilinmelidir.
Molla Fars rejiminin en büyük korkusu Türkler:
İran, gerçekte İsrail’i düşman mı belliyor? Şüphesiz, hayır. Şii ideolojisinde düşman gösterici aparat halinde kullanılan İsrail, bir kenara bırakılırsa Fars rejiminin Türkiye ve Türklük nefretinin, hatta korkusunun derinliği aralanmış olur. Son yüz yıllık bölge (Kafkas) tarihe bir nebze merak buyurursanız, lütfen şunu görün. 1907 ve sonrası Rus işgaline uğrayan İran, SSCB’nin kuruluşundan itibaren Ermenistan ile birlikte stratejik bir eksen oluşturmayı hedeflemiş, soğuk savaş dönemi şartlarında o eksen tahkim edilmiştir. Bu strateji, temelde Türklük tehlikesine(!) dayanır. Bakü Azerbaycan’ını Sovyet boyunduruğuna alan, Tebriz Azerbaycan’ını İran eyaleti derekesine indiren derin strateji, Türkiye ve Bütün Azerbaycan’ı birbirinden koparan en sinsi plandır. Fars ideolojisinin Moskova’dan aldığı en büyük destek; Ankara, Tebriz ve Bakü’nün birleşmesini engellemekti. Karabağ’ın azatlık savaşında Ermenistan’a yardım eden kimdi, biliyorsunuz. Yine Zengezur Koridoru’nu Ermenilerden çok istemeyen tek ülke de İran’dır. Binaenaleyh adı ister 1979’a kadar İran olsun, isterse 1979 sonrası İran İslam Cumhuriyeti diyelim. Şah yahut Molla-Şii rejimi fark etmeksizin İran’ın Türklük hesabı, Şii ideolojisi ile paravan edilmiş haldedir.
Vaziyet uyarınca Türkiye’nin şartları ve büyük ülke olma ülküsü; mezhep, din ve ideolojik angajmanın körlüğünde değil, gerçek şartların iyi analizinde saklı. O halde İsrail nereye kadar dost yahut düşman kabul edilmeli sorusu, yukarıda kısaca değindiğimiz tarih ve meselenin zemininden koparılırsa kaybeden Türkiye olur. Kimileri kızıp, köpürse de Azerbaycan’ın İsrail yakınlığını Gazze’ye bağlayarak kınamak, vicdani bir çaresizlikten gayrı sonuç doğurmuyor. Fazla Makyavelci bulabilirsiniz; ama ben, Türk ülküsü galebe çalana dek her ülkeyi, ittifakı ve stratejik hamleleri soğukkanlılıkla hendese eden bir devlet aklından tarafım. Bu sebeple taraf olduğum yerde, güçlü bir savunma sanayii ve teknolojisi olmadan hiçbir adımı atamayacağımız, İsrail taarruzu ile ispatlıdır. Özellikle Hava muhabere stratejimizde İHA-SİHA gibi mutlu eden gelişmeler olsa da muharip hava gücümüz adına ortaya çıkan manzaranın keyif kaçırıcı olduğunu bilmenizi isterim. Alınan (6 batarya) S-400 sistemi ile F-35 projesinden feragat etmek zorun bırakıldık. Bu bir karardı, lakin S-400’ün ardı gelmedi. Bugün yüksek irtifa hava savunma sistemimiz maalesef yetersizdir; çünkü 6 batarya ile 783 bin km2 coğrafya tam kapasite korunamaz. Bir tarafta husumete girdiğimiz İsrail, diğer tarafta İsrail ile gerdeğe girmeye can atan ve 2028’de F-35 alması kuvvetle muhtemel Yunanistan gerçeği bulunuyor. Hani ne diyorum, uzatmadan söyleyeyim. Devlet umurunda karar almak öyle dikkat istiyor ki yarın başımıza ne gelir o dahi gözden ırak tutulmamalıdır. Hele yanı başınızda İsrail, Yunanistan ve nükleer güç olmayı kafasına koymuş İran gibi ülkeler varsa…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.