
Murat Taşdan
Umutla bilinmezlik arasında “Terörsüz Türkiye”
Seremoni dün (11.07.2025) gerçekleşti ve Irak-Süleymaniye’de 5-6 mangalık PKK teröristi, silahlarını ateşe verdi. Casena Mağarası önünde, Firdevsî'nin Şehnâme’deki İran miti, Demirci Kave Efsanesi’ni sahne eden terörist grup; 20-30 kalaşnikov, kütüklük ve birkaç roketatarı yakarak, direklerarası gösterilerini tamamladı. Yalnız bu, silahları ateşe verme ritüeli, tesadüfi yahut maksatsız değil; bilakis bir zafer iletisi vermenin sembolik anlamını barındırıyor. Demirci Kave mitini bilen veya okuyanlar ne demek istediğimi anlayacaktır.
Casena Mağarası önündeki gösteri günü ile AK Parti’nin Kızılcahamam kampı aynı takvimin ardı ardına geldi. Ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bittabi açıklama yapması bekleniyordu. Kimi AK Parti sözcüsü “tarihî bir açıklama olacak” dese de Cumhurbaşkanı’nın cümlelerini dinledikten sonra yeterli ya da yetersiz görenlere rastladım. Mesela Ahmet Şık’ın yorum cümlesi şöyle: “bir saatten fazla konuşup, hiçbir şey söylemeyen bir belagat ustasıyla karşı karşıya kaldık”. Taner Akçam ise Recep Tayyip Erdoğan’ın metnini “stratejik bir vizyon açıklaması” olarak değerlendiriyor. Hülasa iyi diyen de var boş bulan da…
Erdoğan: “Türkiye’nin gururunu çiğnetmeyiz, başını eğmeyiz”
Pekâlâ. Cumhurbaşkanı Erdoğan, önemsemiş olmalı ki partililerine ve dolayında Türk kamuoyuna bir müzakere, pazarlık ve al ver süreci olmadan yola çıkıldığını ifade etmektedir. Devletin bu noktada PKK ile müzakereci olmadığını, sanırım bilhassa milliyetçi tabana bildirmek istiyor; çünkü ardından Sn. Devlet Bahçeli’yi ifade eden övücü ve savunucu sözleri, başka anlama tevil olmayacaktır. Cumhurbaşkanına göre terör, bir ekosistem oluşturmuştur ve bundan en aşağı PKK kadar nemalananlar mevcut. Sizce Cumhurbaşkanı, “sahte kahramanlar” lafzıyla Müsavat Dervişoğlu ve Ümit Özdağ’ı mı kast ediyor? Bence kastı İYİ Parti, Zafer Parti’si ve onların kalemşoru azınlık klik ile kuru kuru hamaset yapanlar. Yine örneğin Türk Ocakları gibi sürece ısrarla karşı çıkan diğer yapılar da düşünülebilir.
Erdoğan: “… ‘Türk’ deyince Müslüman, ‘Müslüman’ deyince … Türk akla gelir”
Cumhurbaşkanı bir tarih okumasını benimsemiş durumda. Bu okuma, biz Türklerin Büyük Selçuklu Devleti ile Türk-Kürt-Arap ittifakını tesis ettiğine inanılan ideolojik bakıştır. Malazgirt’ten Türk İstiklal Savaşı’na ortak mücadele diskurunun geçerliliği ise soru işareti… Ortak tarih ve Müslüman kimliği vurgusu tartışmalı olsa da Cumhurbaşkanı’nın düşünce sistematiğinin böyle pekiştiğine şüphe duymak anlamsız olacaktır. Haddizatında ortalama bir Kürt veya Arap, aynı tarih zaviyesinde ne kadar (gönüllü) birleşmektedir; burada maalesef zayıf ihtimal dairesindeyiz. Bin yıldır ortak coğrafyalarda yaşam ve mücadele gerçeği ise reddi kabil olmayan, zor olgudur. Yani zorlayan hakikattir. İşte Recep Tayyip Erdoğan’ın bahsettiği “ittifak” burada, coğrafi gerçeklikle anlam kazanıyor. Cumhurbaşkanı’nın çizdiği panorama, Türkiye ve dahili çevreyi kapsıyor; Erbil, Şam, Bağdat ve değinmemiş olsa da Baku… Sanırım Devlet Bahçeli, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan’ı soyut ve fikrî anlamda bir araya getiren mecburi zemine böylece dayanmış olmaktayız. Bu, bölge coğrafyalarda yaşayan halkların mecburi ittifaktan gayrı doğru tercihinin olamayacağı öngörüsüdür.
R T Erdoğan’ın Ümmetçi görüşüne uyan, Devlet Bahçeli’nin orta ve uzun vadeli tarih okumasında Türk Devleti bekasıyla örtüşen bakış açısının ister doğal ister mecburi birlikteliği deyin, sonuç budur. Bugün Ortadoğu’nun tek hegemonyası İsrail’dir. İsrail, İran’a zarar verdiği kadar Türkiye’ye çeşitli aparatlar kullanarak ve küresel ağırlığını devreye sokarak zarar verme kabiliyeti taşıyor. Görüyorsunuz, F-35 meselesini… Yeterli, sınırlı güçte bir Türkiye, İsrail’in karşısındaysa sorun yoktur; fakat bölgesel tek aktör olmuş Türkiye’ye İsrail’in izin lüksü de yoktur. Dolayısıyla Kürt kartını oynamada giderek heveslenen İsrail’in ve aklın başına devşirmezse “evet” İran’ın elindeki kartları alma arayışı, bizi Kürt denklemine getirdi, bıraktı. Bu ara, elinde hançerle bekleyen Yunanistan’ı, Güney Kıbrıs Rum’unu asla yabana atmayalım. Bu iki Türk düşmanı devlet ve İsrail’in ittifak sağladığı da biliniyor.
Soru şudur:
PKK bu (bölgesel) denklemi görmüyor mu? Elbette görmekte ve ona müzahir talepler öne sürmektedir. Suriye’deki bölgesel başarının örgüt farkında ve aynı zamanda o başarının sahibi olarak stratejik-taktik derinlik kazanmış durumdadır. Elbette konjonktürel durumları ABD-İsrail olmaksızın ne kadar sürdürülebilir, onlar da cevabından emin değiller. O halde Türkiye sorunu olmaktan çıkmış Kürt denklemi ve çözüm sınırları öyle karmaşıktır ki her tercih kendi içinde riskler barındırmaya devam edecektir. Bu halde en mantıklı düşünce bizi bölgesel çözüm arayışına getiriyor. Vasatta Cumhurbaşkanı ve Devlet Bahçeli’nin “terörsüz Türkiye” mottosuna PKK’nin verdiği cevap veya talep, demokratik ve yasal Kürt gerçekliğinin kabul edilmesidir. İyi de biz, bunu kabul edecek miyiz ya da Abdullah Öcalan, Bahçeli ve Erdoğan’ın istediği doğrultuda, örgütünü yeni paradigma düzlemine taşıyabilecek mi? İşte bu soruların cevabı, sürecin yolunu belirleyecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.