İsrail’e saldıralım mı?

Bir haftadır, aralarında 1700 kilometreden fazla mesafe bulunan iki ülkenin savaşına tanık oluyoruz. İran ile İsrail sınırdaş değil; fakat savaşmak istiyorsanız, elinizdeki güçle orantılı, mesafeler sorun teşkil etmiyor. Sorun olmadığını, olmayacağını çoğu askeri analist ve harp teknolojileri uzmanı, zaten ara ara ifade ediyorlardı; şimdi bu bilinenler, fiilde coğrafyamızda aksediyor. Dolayısıyla günümüz dünyasında gelinen askeri-teknolojik gelişmişlik dahil, coğrafyamızı bilenleri ve konuyu takip edenleri hiç şaşırtmadı.

Manzaraya bakın: üç ülke; Ürdün, Suriye ve Irak hava sahası evlere şenlik durumda. Bu ülkeler için terminoloji, adı ile müsemma, sadece havadan ibaret. Keza İsrail saldırılarıyla beraber hava savunma gücü yokmuş diyeceğimiz İran için de bu durum geçerlidir. F-35 ataklarının etkinliği karşısında İran, balistik füzeleriyle meydan okumaya devam yahut gayret ediyor. ABD (tam anlamıyla) devreye girene dek nereye gideceği kestirilemeyen bu savaş ikliminde biz, tamamıyla İsrail’in karşısındayız.

1949 yılında bağımsızlığını tanıdığımız İsrail karşıtlığı, antisemitik düşünce barındırmayan ülke kültüründe bahse değer bir konudur. Evet, Doğu Trakya Olayları ve Varlık Vergisi gibi meseleler vakadır; fakat burada sistematik Yahudi düşmanlığından bahsetmek haksızlık sayılabilir. Türkiye’de Siyonizm aleyhtarlığını Antisemizm ile karışık, 1970’lerde, ekseri İslamcı ideolojide ve bu ideoloji ile pekişen milliyetçi-millici belagatın bahsinde görüyoruz. Necip Fazıl Kısakürek örneğinde olduğu gibi... Benim gibi yaşı 50’ye dayanmışlar hemen hatırlar ki 1990’lar Türkiye’sinde böyle bir hava (İsrail karşıtlığı) söz konusu değildi. Refah Partisi’nin ön ayak olduğu gündemde bazı bazı Fatih Camii’nde kahrolsun İsrail sloganları atılırken konu, yani Siyonizm aleyhtarlığı, gündem belirleme gücünden nakes bırakılırdı, o kadar. Bırakın Siyonizmi, bilakis Türkiye İran olmayacak sloganları duyardık. Baskın laisist düzenekte İran alerjisi daha hissedilirdi ki Uğur Mumcu’nun cenazesini hatırlayanınız vardır.

İsrail bilenmesi, hıncı ve bundan maada sosyal medyada çokça tanık olunan Kudüs’e yürüyelim coşkusu, İslamcı politik tarihin izi başat; 28 Şubat ve AK Parti iktidarının gelişiyle anlamlı, rabıtalıdır. Örneğin en az 3 bin Filistinli’nin öldüğü İkinci İntifada, AK Parti’nin ilk yıllarına tevafuk ediyor. Haddizatında İsrail’in giderek katliama dönüşmüş Filistin tecavüzü, Dökme Kurşun Harekatı, Mavi Marmara Katliamı, şimdiki haleti ruhiyenin yükselen ümmetçilikle pekişmesi; bu meselede ideolojik, sosyal, politik muvazenede birbirine ilintili konulardır. Hasılı İsrail nefreti; insanî, dinî, iç politik ve ideolojik damar bulmuştur ve Türkiye’de Siyonist nefret, elan sürmektedir. Bu nefretin yoğunluk ve derinlik mesabesini ise Gazze Soykırımı ardı kestiremiyorum. Emin olduğum konu, böyle bir İsrail ve iktidar ile tabanını birbirine güdüleyen Gazze hafızası kanadıkça, bakışta değişmenin zor olduğudur. Pekiyi bölgedeki sorunların asli faili bu Kahrolsun İsrail’i fethe mi gideceğiz?

Doktorasını Modern İran’ın İnşaası üzerine yapan, Neo-Con Michael Rubin’i gelin, biraz didikleyelim ve açı aralayalım. Malum, ayağımız yere sağlam bassın ve başımız ufka doğru bakarak görsün. Rubin, National Security Journal’da Israel-Iran War: ‘Dry Run’ for a Future War with Turkey? başlığıyla bir yazı kaleme almış. Evvel düşüncemi paylaşayım ki bu adam bir tetikçidir ve kime hizmet ettiği üç aşağı beş yukarı bilinir. Bu görüşte hemfikir olmakla beraber, bu herifi ciddiye almamak lazım diyenlerden ayrılırım. Yazısına dönelim; konu başlıkta şunları vurgulamış. Ona göre Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile İran’ın ayetullahları arasında bir fark yoktur. Erdoğan bunlarla benzer yollar izliyor. Millî askeri endüstri kurmak, sivil kisve altında bir nükleer program inşa etmek ve Hamas / Hizbullah gibi grupları destekleyerek terörün devlet sponsoru gibi davranmak. Evanjelist, neo-con ve Siyonist lobinin çığırtkan kuşu Rubin, Trump ve Batı’yı böyle bir ülkeye (Türkiye) karşı uyarıyor ki tehlikeyi(!) görmezden gelerek, hata yapmasınlar.

United States Department of Defense (Pentagon) gibi devlet kurumlarından tutun Jake Sullivan, Eric Edelman, Bob Menendez gibi figürlere kadar sayısız karşıt ve düşman ağın kargalarından biri olan Michael Rubin’in yazdıklarını önemsiz saymam. Kıymetli okur, devam edelim… Rubin, yazı başlığımız İsrail ile savaşmak başlığıyla ilinti, fikir, daha doğrusu iki soru-mesaj serdetmiş: 1) NATO’da varlığı komplikasyon(!) olan Türkiye, ABD uçakları (F-16) ve Batı silahları ile mi İsrail’e saldıracak?!. Neo-Con hempası elbette cevabı biliyor: Bu mümkün değil! Haddizatında İsrail’e saldırı demek, şimdiye dek görmediğimiz ekonomik yaptırım, siyasi ve diplomatik ablukalarla cevap alacaktır; hatta ve maalesef askeri kapasitemizin ağır tahribi de ayrı konudur. 2) Pekiyi İsrail, Türkiye’ye saldırdığında NATO’nun o meşhur 5. maddesi devreye girer mi? Cevap: Oy birliği ihtiyacı var ve ABD; hatta Yunan vetosu işlerse… Cümlenin devamını getirmeye bile gerek yoktur.

Yürüyelim arkadaşlar veya ya Allah diyerek İsrail’e saldıracağımızı düşünmüyorum. Elbette yolu varsa izah edeni dinlerim. Kıymetli okur, biz bir yola çıktık. Ara ara belirttiğimiz gibi savunma sanayimizde vücut bulan gelişmeler mutlu ve umutvar bir toplum olmamız adına hayatidir. Bunlarla beraber, yine hep döne döne altını çizdiğimiz devlet aklı, havai motto değil, içi dolu bir paradigma esasına dayanır. Madem şimdiki ekonomik vaziyet, harp sanayinde teknoloji, zaman ve yoğun finansman, emek isteyen projeler; kamuoyuna iman dolduran diskurlar ile hâl olur diyenimiz var mı?

Alparslan Türkeş’in dediği gibi maalesef; hak haklının değil, kuvvetlinindir dünyasında Kudüs’e Bayraktar TB3 ile ilayı kelumetullah sancağının dikileceğini düşünen mümin kardeşlerimize, bir nebze sükunet dairesinde düşünmeyi tavsiye ederim. Bu, harp teknolojileri alanında yaptıklarımızı küçültmez, bilakis bize ve dünyaya dair olan gerçekliği hatırlatır. Hani ne diyelim; usuletle ve suhuletle belki 10-15 yıla ihtiyacımız olmalı. Misal KAAN, 5. nesil ailesine katılmak için en iyimser 10 yıla ihtiyaç duyuyor. Balistik saldırılara önlem alıcı Hava Savunma Sistemleri (HSS) bir diğer hedef proje. Aynı anda Akdeniz’in hem Adalar Denizi’nde hem Doğu Akdeniz’de operasyonel (denizaltı-denizüstü) donanma kaabiliyeti zaman istiyor. Bu alan, Yunanistan-İsrail hattıdır ki önlememiz ciddi bir zaruret, stratejidir. Elan teknoloji transferlerine gerek duyan, güçlü ekonomik ve siyasi ittifaklar arayan Türkiye’mizin hala yolu var. İsrail’in İran’dan sonra Türkiye’yi kumpasa almaya çalışacak Siyonist aklına karşı hem ilmi siyaseti hem teyakkuz hâlini bizler, gerek ve şart dairesinde görüyorsak, bu ülkenin devlet ricalini işgal edenler de görüyordur elbet... Gayrı söze hacet var mı?

Not: İran bahsine bir önceki yazımda değinmiştim: https://www.habererk.com/kose-yazilari/iranin-asil-husumeti-turkluktur-270690h

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Murat Taşdan Arşivi

İran’ın asıl husumeti Türklüktür

15 Haziran 2025 Pazar 13:12

FETÖ en büyük ihanettir

04 Haziran 2025 Çarşamba 01:28

Ulus gerçeği Türklüktür

29 Mayıs 2025 Perşembe 09:23

Bir milliyetçinin süreç okumasıdır

22 Mayıs 2025 Perşembe 18:22

Meral Danış Beştaş’a Tavsiyemiz

18 Mayıs 2025 Pazar 05:08