Politik arenadaki kaypaklıklar sebebiyle politikadan hep uzak durdum.

Hatta çoğu kez, “Politikacılara uzak olan Allah’a yakın olur.” Demek durumunda kaldım. Belki de bunun sebeplerinin başında galat-ı meşhur olarak “Politika” kelimesinin kökeninin eski Yunan’a dayandığı ve “Çok” anlamına gelen “Poli” ile “Yüz” anlamına gelen “Tika” kelimelerinden türeyip “Çok yüzlülük” olma iddiasının yaygın olması geliyor olabilir.  Gerçekten de bazı politikacılara bakınca bırakın ikiyüzlülüğünü, politik sürecinde geçirdikleri değişimleri onlarca yüz taşıdığına şahit oluyoruz.

Politik arenadaki bu “Çok yüzlülük” ne yazık ki benim gibi birçok insanı da potitikadan soğutuyor ve hatta memleket meselelerine bigâne bıraktırabiliyor. Daha da kötüsü “nemelazımcılık” denen hastalığın yaygınlaşmasının belki de temel nedenlerinden biri politik arenadaki bu çok yüzlülüktür denilebilir.

Politikacıların yalanla iştigalinin normal bir vatandaşınkinden daha fazla olduğu, şahsi ve parti menfaatleri için “İkiyüzlü” ya da “Çok yüzlü” davranabildikleri algısı toplumların genelinde oldukça yaygın olması, kelimenin “Çok yüzlü” anlamına gelmesine ve galat-ı meşhur bir deyim olarak kullanılmasına sebep olmuştur.

Aslında “Politika” kelimesinin kökeni Grekçe’de şehir anlamına gelen “Polis” kelimesidir. Zaten TDK’ya göre de politika kelimesi, “Devletin etkinliklerini amaç, yöntem ve içerik olarak düzenleme ve gerçekleştirme esaslarının bütünü, siyaset, siyasa anlamına gelmektedir.  Bu kelimeyi ilk kullandığı söylenen Yunanlı filozof Aristoteles’in de “Politika” adlı eserinin adının “Şehirle ilgili” anlamına geldiği bilinmektedir. Bu sebeple Latince politika kavramının, “Şehir veya devlet yönetme sanatı” olarak kullanılması doğrudur.

Politika kelimesinin galat-ı meşhur olarak “Çok yüzlülük” anlamında kabul edilmiş olsa ve bu yüzden politik arenadan uzak kalsam da ülkemde yaşanan siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik alandaki gelişmelere veya gerilemelere asla bigâne kalmadım. Bir gazeteci kimliğiyle yakından takip ettim. Yaşananlar hakkında birçok makale kaleme aldım. Herhangi bir parti fikri gözetmeksiniz kendimce çözüm önerileri de sundum.

Ancak son dönemlerde yaşanan bazı hadiseler artık politik arenada rol alan politikacıların değil ikiyüzlü, yüzlerce yüzünün olduğunu görüyoruz. Öyle hızlı değişimler yaşanıyor ki inanın bir gazeteci olarak takip etmekte zorlanıyorum. Bu sebeple bazen, “İzahı olmayan şeyin mizahı olur.” diyerek meseleyi mizahi olarak ele almak zorunda kalıyorum.

Dünya tarihinin önemli isimlerinin politika ve politikacılarla alakalı aşağıya aldığım değerlendirmeleri aslında anlatmak istediğim meseleyi açık biçimde ortaya koymaktadır.

Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler.” (Nikita Khrushchev),

“Bir politikacının amacı sürekli iktidar olmaktır. Bu çaba ona çoğu zaman sorun çözme görevini unutturur.” (Jean Monnet),

“Politikacı olarak yaşayamayacak kadar dürüst bir adamdım.” (Sokrates),

“Dünyada barışı sağlamak isterseniz, politikacıları öldürün yeter, halklar anlaşır.” (Bernard Shaw),

“Politika gerçekleri yadsıyıp, yalan söyleme değil, gerçeklerin istediğiniz yanını göstermesidir.” (Winston Churchill)”

Her biri tecrübe edilerek yaşanmış ve ortaya konmuş bu sözleri zihnimizde diri tutarak politik arenadaki bu çok yüzlülüklerden bazı somut örnekler vermek istiyorum.

CHP oldum olası dine ve dindarlara hep uzak kalmış, hatta milli ve manevi değerlerin sosyal hayattan silinmesi için canla başla çalışmış bir partidir. Tarihine baktığımızda her dönemde dindarları düşman ilan ettiğini ve cibilli olarak İslam düşmanlığı yaptığını görüyoruz. Bu süreçte, Kur’an’ın okunmasına engel olmuş, ezanın aslını değiştirmiş, camileri ahır olarak kullanmış veya satmış, kadınlarımızın, kızlarımızın imanından dolayı örtünmelerine karışmış, onların okumalarına engel olmuş, okullarından atılmalarında etkin roller üstlenmiş, Müslümanlar adına en ufak bir iyi gelişmeyi Anayasa Mahkemesine götürerek iptal ettirmeye çalışmıştır. Ancak son dönemlerde CHP’de yaşanan bazı olaylar insana, “Yok ya bunu bir CHP’li asla yapmaz, söylemez.” dedirten noktaya getirmiştir.

Mesela CHP İstanbul İl başkanı Canan Kaftancıoğlu ateist olduğunu, Allah’a inanmadığını, Allah’a inananların inançlarıyla alay ettiğini değişik paylaşımlarında açıklamıştır. Hatta bir paylaşımında boş bir tabak göstererek, “Biraz önce bu tabakta yarım domuz vardı, kocamla beraber yedik.” Diyerek bu alayını açık biçimde somutlaştırmıştır. Fakat bir seçim yaklaşıyor olmasından dolayı şimdilerde yüzü kızarmadan iftarlara katılıp dua ediyor, muhafazakâr seçmenin oyunu alabilmek için inanmadığı fiilleri işleyebiliyor. İslam’da bunun adı münafıklıktır, ikiyüzlülüktür. İnsanları kandırmaya çalışmaktır.  Allah ile aldatmaktır.

Canan Kaftancıoğlu’nun yaptıklarının aynısını bugünlerde başta CHP Genel başkanı Kemal Kılıçtaroğlu’nda da görüyoruz. Geçmiş dönemlerde muhafazakâr, dindar seçmene yapmadığı hakaret bırakmayan, başörtüsünün yasaklanması için Anayasa Mahkemesinin kapısını aşındıran,  içkili sofralarda poz vermekten çekinmeyen Kılıçdaroğlu birden bire çok hızlı dönüş yapan eylemlere imza atmaktadır. Kılıçdaroğlu’nun piarını yapanlar onun aslında çok takva sahibi bir Müslüman oludğunu, umreye bile gittiğini, Peygamber soyundan geldiği için “Seyyit” olduğu propagandasını yapıyorlar. Hatta CHP’li eski milletvekili Ensar Öğüt işi daha da ileri götürerek Kılıçdaroğlu’nun “Kur’an’ı ayetleriyle ezbere bildiğini ve hafız olduğunu” bile söyleyebiliyor.

Düne kadar Müslümanlara yapmadık kötülük bırakmayan Kılıçdaroğlu’nun bunları bir seçim yatırımı olarak yaptığı çok açıktır. Çünkü bir yandan oruç tutmamamasına rağmen iftara katılıp dua ederken diğer yandan hemen rakılı, içkili sofralarda poz vermesi bunun tipik yansımasıdır. Bu tür tavırlar onun dini politikaya alet ettiğinin çok açık delilleridir. Bu sebeple tıpkı Canan Kaftancıoğlu gibi Kılıçdaroğlu da çok yüzlü davranmaktadır ve bunun İslam’daki karşılığı münafıklıktır.

 Yukarıda verdiğim örneklerin aynılarını diğer birçok partide de görüyoruz. Ne yazık ki politikacılar ülkemizde istismar etmedikleri bir alan bırakmadılar. Kimi dini politikaya alet ederken kimi Atatürk’ü kullanıyor. Hatta bu hususta bir suikaste kurban giden Uğur Mumcu, “Bankaları soyarken kar maskesi, ülkeyi soyarken Atatürk maskesi kullanıyorlar.” Diyerek bu istismarın hangi boyutlarda seyrettiğini yıllar önce dile getirmiştir. Dini politikaya alet eden AKP’li eski vekil Egemen Bağış’ın, Oğlum ben her gün her Cuma bir tane ayet sallıyorum. Makara, kukara, bakara” demesi hala hafızalarımızda diri durmaktadır. Yine bu çerçevede, “Firavunlaşmayacağız, Karunlaşmayacağız.”, “Bunlar gömlek değiştirmedi, bunlar yılan, yılan deri değiştirdi.”“MHP yönetimi partiyi CHP’leştiriyor.” demelerine rağmen, bu sıfatlarla suçladıkları partiye gidip önemli makamlara gelen politikacılar da hafızalarımızda yerini almıştır.  

Seçim zamanı Müslümanların yanına gidince başını örten, anıtkabire gidince iman tazeleyen, şehit anaları için gözyaşı döken ancak politik arenada üç beş oy için çocuk katilleri ile işbirliği yapan, onları kahvaltılarda ağırlayabileceğini söyleyen politikacılar da ikiyüzlüdür, münafıktır.

Seçim zamanı dindar seçmenin oyunu almak için olmadık vaatler veren, ancak ister iktidara, isterse kazandıkları belediyelere hakim olduklarında iş icraata gelince verdikleri sözleri ve vaatleri unutanlar da çok yüzlü davranan münafıklardan başkası değildir.

Yukarıdaki ölçüler parti ayrımı yapılmaksızın bütün politikacılar için geçerlidir. Kim ki verdiği sözde durmuyorsa, milleti kandırmak için yalan vaatlerde bulunuyorsa, iktidara gelince sözlerini unutuyorsa, dini ve dindarları istismar ediyorsa çok yüzlülük ve münafıklık yapıyor demektir.

Şimdi bazıları çok ağır yazıyorsun diyebilir. Ancak bu yaşanan gerçekleri değiştirmez.

Kur’an-ı Kerim’de insanlar “Mü’min, Kâfir ve Münafık” şeklinde üç kategoriye ayrılır ve bunların içinde en tehklikeli olan sınıfın kâfirler değil, münafıklar olduğu özellikle vurgulanır.

Münafıklar yaşamlarının bir parçası olan aldatma eylemini bir başka renge boyamak suretiyle iletişim halinde olduğu bireyleri ve toplumu yanıltmaya çalışır. Yani Allah ile aldatmayı meslek edinir. Bu tipler siyasi, sosyal ve ekonomik statüye erişmek için arzuladıkları şeyleri inatçı bir şekilde dalgalandırıp harekete geçirir. Yapmak, görmek ve işitmek istedikleri şeyleri elde etme hiyerarşisinde Makyavelist politikalar izleyerek hedefe gitmede her yolu meşru saymışlardır. Sosyal ve kültürel faktörlerin etkisiyle Müslümanlara karşı huysuzlukları, intikamcılık duyguları, saygısızlıkları ve buna bağlı birçok olumsuz davranımları artmıştır. Sözün özü münafık insanlar içten inanmamalarına rağmen dış güdümlü dindarlık yaklaşımını benimseyerek aldatma yoluna giderler.

Kur’an’a göre münafıklığın, hem inanç hem de ahlâkî boyutu olan bir tipoloji olduğu anlaşılmaktadır. Münafık kişiler daima kendi menfaatlerini geliştirmek için talep eden bir kimliğe büründüklerinden dolayı şahsi kazanları olmayan hiçbir işe teşebbüs etmemiş ve insanları kullanışlı bir nesne olarak görmüşlerdir. Menfaat düşkünlüğünün yakıcı sonucu olarak istemediği bir şey olduğunda, itiraz yahut tepki geldiğinde, savunmaya geçmiş, kendisine edilen hizmeti, verilen emeği, yapılan iyiliği, gösterilen hürmeti ve saygıyı çoktan unutmuştur.

Kur’an’da münnafıklarla ilgili çok ayetler vardır. Kur’an’ın 2. Suresi olan Bakara’nın ilk 20 ayetinde Allah mü’min, kâfir ve münafıkların tipolojilerini çizmiştir. Bakara 9-20 arasındaki ayetler ise münafık tipolojisini çok açık biçimde ortaya koymaktadır. İsterseniz gelin bu ayetleri beraberce okuyalım ve politik arenada yaşananları bu ayetler ışığında yeniden değerlendirelim ki her gelen bizleri Allah ile aldatmasın.

Allah’ı ve iman edenleri aldattıklarını sanırlar. Hakikatte sadece kendilerini aldatmaktalardır. Farkında da değillerdir.

Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylemeleri nedeniyle onlar için can yakıcı bir azap vardır.

Onlara, ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.’ denildiğinde: ‘Biz sadece ıslah edicileriz.’ derler. Dikkat edin! Onlar bozguncuların ta kendileridirler. Lakin farkında değillerdir.

Onlara, ‘İnsanların iman ettiği gibi iman edin.’ denildiği zaman, ‘Biz sefihlerin, zayıf akıllıların iman ettiği gibi mi inanalım?’ derler. Dikkat edin! Onlar sefihlerin, aklı zayıf olanların ta kendileridir. Lakin bilmiyorlar. 

İman edenlerle karşılaştıkları zaman iman ettik derler. Şeytanlarıyla baş başa kalınca , ‘Biz sizinle beraberiz, ancak biz iman edenleri alaya almaktayız.’ derler.

Hakikatte ise Allah onlarla alay eder ve azgınlıkları içinde bocalayarak yaşamaları için onlara mühlet verir.

İşte onlar hidayeti sapkınlıkla değişmişlerdir. Bu değişim neticesinde ticaretleri kâr etmemiş, doğru yolu da bulamamışlardır.

 Onların misali şuna benzemektedir: Bir ateş yakmıştır. Ateş etrafını aydınlatmaya başlayınca da Allah onların ışığını almış ve onları karanlıklar içinde görmez bir hâlde bırakmıştır!  

Onlar sağırdırlar, dilsizdirler ve kördürler. Böyle oldukları için de onlar imana geri dönmezler.

Ya da onların durumu içinde karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek taşıyan bir yağmura maruz kalan kimse gibidir. Yıldırımın dehşetinden ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına kapatırlar. Allah kâfirleri çepeçevre kuşatan Muhit’tir.

Şimşek neredeyse gözlerini kapıverecek. Şimşeğin ışığı önlerini her aydınlattığında onun ışığında yürürler. Onları karanlıkta bırakınca korku ve şaşkınlıkla yerlerine çakılırlar. Allah dileseydi onların işitme ve görme duyularını alıverirdi. Şüphesiz ki Allah, her şeye kadîrdir.” (Bakara, 9- 20 ayetler)

Yalanı, aldatmayı, insanların inançlarıyla dalga geçmeyi, söz verip yapmamayı ilke haline getiren, dini, dindarı, Atatürk’ü istismar eden politikacılara sesleniyorum:

“Bu ucuz tavırlardan, ikiyüzlülükten, münafıklıktan vazgeçin artık. Feraseti açık bu millet yalana, aldatmaya prim vermiyor. Milletimiz kendisine verdiği sözü yerine getiren, yaptığı icraatlarla halkın refah seviyesini artıran, çocuklarına iyi bir gelecek hazırlayan, devletin mallarını çarçur etmeyen, haksızlıkla yemeyen, yolsuzluk yapmayan, kendisini aldatmayan politikacılar istiyor. Kısaca münafık politikacılardan bıkan milletimiz kendi başında turist Ömerleri değil, adalet timsali Hz. Ömer gibilerini görmek istiyor.”