Aslında her şey 1965 yılında özel okulların açılmasına izin vermekle başladı.

Eğitimin özelleştirilmesi ile kalitenin arttırılması amaçlanmış gibi görünse de bu en çok tarikat ve cemaatlerin işine yaradı.

Zengin ve elit kesimin çocukları özel okullara giderken,

yoksulluk ve açlık sınırındaki kesimin zeki çocukları da kendilerine birçok iyi olanaklar sunan  

tarikat ve cemaat okullarına gitti.

Ülkemizde 34 aktif tarikat, onlara bağlı 400 kol, 2,6 milyondan fazla vatandaşın tarikat ve cemaatlere bağlantısı olduğu söyleniyor.

Millî Eğitim Bakanlığı'nın 9.Eylül.2022 de yayınlanan örgün eğitim istatistik raporuna göre,22.Haziran.2022 itibariyle Kredi Yurtlar Kurumuna bağlı yurt sayısı 776 bu yurtların 759 bin 838 kişilik yatak kapasitesi var.  Buna karşılık ülke genelinde özel öğrenci yurtların sayısı 4 bin 692.

Neredeyse Kredi Yurtlar Kurumu yurtlarının 6 katı.

Öğrenci sendikasının 2022 yılında açıkladığı rapora göre,

cemaatlerin açtığı yurt sayısı 3 bin 331 ve birçoğu her türlü denetimden uzak bir şekilde git gide artıyor.

 Yine, Millî Eğitim Bakanlığı istatistiklerine göre, 2021-2022 yılında 56 bin 200 ü resmi okul,14 bin179 u özel okul ve 4 ü açık lise olmak üzere 70 bin 383 okul öğrencilere hizmet verdi. 

Prof. Dr. Esergül Balcı'nın raporuna göre, özel okulların üçte biri yine tarikat ve cemaatlerle ilgili ve bu okullarda öğrenim gören gören öğrenci sayısı da 210 binin üzerinde.

Tarikat ve cemaatlerin,

Kişileri Allah'a yönlendirmesi, Allah inancını, imanı, Peygamber. sevgisini insanların kalbine yerleştirmesi,

İyi insan olma özelliğini ortaya çıkarması, nefis terbiyesi dediğimiz etik değerleri yüksek, yalan söylemeyen, zinadan, içkiden, hırsızlıktan, insan öldürmekten uzak, hak, hukuk bilen insanlar yaratması,

Siyasetten, siyasallaşmadan, bireysel ticaret yapmak anlamında değil ama kurumsal olarak ticaretten kaçınmaları, ticarette doğru ve ahlâklı davranmaya dikkat etmelerini önermesi,

Her türlü gayri insanî davranışlardan uzak durmalarını önermesi beklenir.

MİSYONLARI BU OLMALI

1980 ve özellikle 1990 lı yıllardan bu yana tarikat ve cemaatlerin "bir lokma, bir hırka" tasavvufi anlayışının yerine, İslam'ın holdingleşmesine, müritlerin müşteri haline gelmesine yol açtı.

Bazı tarikat ve cemaat liderlerinin, müritlerine kanaatkarlığı, şükrü telkin ederken, kendilerinin zenginliğin, gücün, iktidarın simgesi haline geldiklerini gördük.

Uluslararası hastahane, üniversite vb. gibi kurumlar açarak vakıf adı altında adeta şirket, holding haline geldiler.

Birçok tarikat ve cemaatler para, mal mülk, servet edinme, mevki, makam elde etme hırsına yenik düştüler.

Tarikat ve cemaatlere karşı olan sessizliğin en önemli nedeni, hangi iktidar olursa olsun oy kaybetme korkularıdır.

Oysa burada yapılması gereken, bu kurumların da hataları yanlışlıkları ortaya çıktığında, diğer kurumlarda olduğu gibi, bu hataların üstüne gidecek siyasi ve sivil toplum mekanizmalarının olması gereklidir.

Laik kesimin ve bazı sivil toplum kuruluşlarının tarikat ve cemaatlere yaklaşımı özünde doğruydu, meşruydu.

ama özden sapmalar, yozlaşma ve yanlışlıklar oldu.

Bu kurumlar kendine çeki düzen versin, denetlensin demek yerine topyekûn bu kurumlara, kurumların inançlarına, inançları doğrultusunda giyimlerine, bunun da ötesinde, Peygamberimize, Dine kadar giden yanlış algılamalara neden olacak tavırlar sergilemeleri.

Karşı tarafında “Bunların derdi, bizim yanlışlıklarımız, hatalarımız değil, dinimizin kendisiyle" diye bir savunma psikolojisi geliştirmelerine, hiçbir tarikat ve cemaatlere ait olmayan kesimde de tepkilere neden oldu.

Bu arada tarikat ve cemaatler de, kim ne derse desin, şu şu yanlışlarımız, hatalarımız var, bunları biz düzeltelim, kendimize bir çeki düzen vermemiz lazım,

Nerede bir hata varsa, ona bir kılıf uydurmamamız lazım,

Nerede bir din dışı, bir tavır varsa, bunu bizim açığa çıkarmamız, ört bas etmememiz demeleri, gerekiyordu.

Din, Allah'la kul arasında ve insanın en temiz mahremiyeti aslında.

Neye inandığımız, neyi inanmayı seçtiğimiz kimliğimizin en mahrem yerinden gelir.

Her ne şekilde yorumlanırsa yorumlansın,   "ALLAH“ gerçeğinin tek olduğu,

Allah'a ve peygamberlere inanmanın gerçek iman olduğunu, dinin asla ve asla dünyevi çıkarlara alet edilmemesini bilmemiz gerekir.

En büyük din vicdandır.

Vicdanı olmayanın, dinide, ahlâkı da olmaz.

İslâm dini, her şeyi öğrenmeyi, doğru öğrenmek için çabalar göstermemizi, bilimden ayrılmamızı öğütler.

Peygamberimizin,

*İLİM ÖĞRENMEK KADIN-ERKEK HERKESE FARZDIR,*

*İLİM ÇİN'DE BİLE OLSA GİDİNİZ,*

*İLMİN YARISI SORU SOR MAKTIR, ARAŞTIRMAKTIR,*

*İNSANLARIN EN KÖTÜLERİ İLMİ VE İNANCI KÖTÜYE KULLANAN ALİMLERDİR,*

hadisleri bunu çok güzel ifade eder.

Hal böyleyken, soruların sorulmadığı, soru soranların şeytan sayıldığı bir gelenek nasıl İslam'ı yansıtır.

Çözüm ve tek hedef, Laik, demokratik yaratıcı düşünebilen, düşündüğünü özgürce ifade eden, kişilikli, etik değerlere sahip, sorumluluk sahibi, şiddetten uzak vicdanlı, felsefe, mantık, psikoloji gibi derslerin gerçek anlamıyla okutulduğu programlarla öğrenci yetiştirmek olmalıdır.

Bilimden uzaklaşırsak, lokomotif yerine vagon olur, birileri de bizi istediği yöne çeker.

Laik, çağdaş demokratik değerlere dayalı bir eğitim bilimle uyumlu programlar ve vicdanlı bireyler yetiştirmek artık kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.

AKSİ TAKDİRDE ÇOK GEÇ OLACAKTIR.