İki gün önce vuku bulan (Esenyurt'ta tekel bayiine yönelik) silahlı saldırı korkunç, iğrenç ve dehşete düşürücü bir olay. Görüntüleri seyrettiğinizde aklınız, hafızalınız adeta dumura uğruyor. 20 ila 25 yaş arası üç genci böyle soğukkanlı ve canice vurmak ve sonucunda iki genci acımasızca katletmek nasıl bir ruh halinin ürünüdür, bir cevap bulmakta zorlanıyorum.  Farkında mıyız, değil miyiz; emin değilim; fakat Türkiye ciddi bir şiddet psikolojisinin içinde cinnet geçirir hale gelmek üzre olan kitlelerin yüzdüğü arenaya dönmek üzere...

Bir insanın beden veya ruh bütünlüğüne, sağlığına zarar verici her türlü davranış, şiddet eylemidir. Esenyurt’ta cereyan eden cani tasalluta bakınca tekel bayiine gelen dört kişinin hiçbir öfke kontrolü emaresi göstermediği ve doğrudan kan akıtmak için hazırlıklı oldukları görülüyor. Bu saldırganlar nezdinde anlıyoruz ki ne sosyal ne ahlaki ve ne de hukuki kuralların caydırıcılığı yoktur. Esenyurt vahşetinden vareste yığınla şiddet vakaları olduğunu biliyoruz ve bunların bir kısmı neredeyse gün aşırı medya araçlarında haber olarak aksetmektedir. Türkiye’de ev sahibi/kiracı şiddeti, kadına şiddet, trafik şiddeti dur durak bilmeden yükseliyor. Ekonomik bozulmanın ahlaki değerleri yaraladığı malumdur ve yasal zorlamalar giderek hükümsüzleşmektedir. Üstüne cabası, eğitimli toplum olamamanın şiddet kültürü ile doğrudan bağlantılı olduğu da maalesef anlaşılırdır.

Tekel bayiine gelen dört kişinin şiddeti makul gördüğü ve caniliği normalize ettiği düşünülmelidir. Bu vahim durumu bir kesit haliyle değerlendirirsek politik, toplumsal, yasal ve insani/etik çerçevelerin içeriği behemehâl sorgulanmak zorundadır. Devlet Bahçeli’nin yıllar önce (Aralık 2018) yaptığı şu konuşma hem doğru sorularla hem de konu indinde mesafe alamadığımız gerçeği ile örtüşüyor. Bahçeli;

“Hiç kimse katil, terörist, ölüm makinesi olarak doğmayacağına göre, hayatın olağan akışı içinde masum bir bebekten azılı bir katile dönüşmenin şartları nedir? Sorun yetişme şartlarında mıdır yoksa eğitim, kültür ve toplumsal gelenekler de mi saklıdır? Eksik bırakılan, yerine getirilmeyen, ihmal edilen hatta unutulan hangi ahlaki terbiye ve ödevlerdir? (…) Fertlerdeki psikolojik ve sosyolojik açmazların tahlili, şiddeti doğuran sosyal ve siyasal iklimin analizi isabetle yapılmadan yasa çıkarılsa da anlamı olmayacak (…)”.

Bireysel şiddet ile toplumsal şiddet arasında birbirini besleyen doğrusal bir bağ olduğunu biliyoruz. Haddizatında iletişimi zayıf ve giderek kapanan toplumların şiddeti bir dışavurum metodu olarak gördükleri de açıktır. Esenyurt saldırganlarının ait olduğu kültür, eğitim seviyeleri, ahlaki yargıları ve sosyo/ekonomik güdülenmelerinin ne olduğu sorusu ile Devlet Beğ’in ifadeleri arasında gecikilmiş bir uyanma gafletinin aşikâr olduğunu düşünüyorum.

Freud, şiddetin insan doğasında içgüdüsel halde bulunduğunu ve insanın şiddetten tamamen arındırılamayacağını ifade ediyor. Sosyal-çevresel etkenlerin olgusal hali de elbette şiddet ediminin dozuyla ilintilidir. Haddizatında şiddet, şiddeti besler. Örneğin Esenyurt’ta meydana gelen şiddet hadiseleri birçok kez iletişim vasıtalarında ve sosyal medyada haber edilmişti... Şu başlıkları hatırlatayım: “Esenyurt’ta kadına şiddet kamerada” (NTV). “Esenyurt’ta maganda dehşeti” (Takvim). “Esenyurt’ta silahlı çatışma kamerada” (DHA). “Esenyurt'ta iş yeri önünde silahlı saldırı: 1 ölü” (Yeni Mesaj). “Esenyurt'ta yol kavgasında mermiler havada uçuştu! O anlar …” (Sabah).

Bu dört saldırgan psikopatın (limbik arızaları ile) aramızda rahatlıkla gezdiklerini görüyoruz. Şüphe yok ki bu nevi saldırganların sayısını şu an memlekette Allah’tan gayrı bilen de bulunmuyordur. Üzülerek ifade edelim ki başta kadınlar ve çocuklar olmak üzre toplumun yoğun kesimi kendini artık korumasız, savunmasız hissetmesi için tüm fena olgular karşımıza çıkıyor. Madde bağımlılığının arttığına dair yoğun haberlerin bulunması endişe seviyemizi daha da artıran bir diğer meseledir.

Esenyurt’ta öldürülen iki gencin münferit bir hadise olmadığını muhakkak anlamak zorundayız. Bu şiddet sarmalına kimin nerde, ne zaman yakalanacağını kestirmek güç mesele... Hepimiz dâhil, sorumlu kurumlara başta şu çağrıyı yapalım: Bireysel ve toplumsal şiddetin önlenmesi için neler yapıldı ve yapılmaktadır? Bu işin doğrudan sorumlusu hangi kurum-kurumlardır ve elinizde şiddet neden/sonuçları hakkında sağlıklı analizler, veriler bulunuyor mu? Aileden sorumlu bakanlık, milli eğitim, diyanet, sivil toplum kuruluşları, emniyet, sağlık kurumları ve diğer devlet aygıtları dâhil hepimiz şiddet ile mücadelede sınıfta kalıyoruz.

Terör şiddetiyle yoğun vuruklar almış Türk toplumunda bireysel şiddetin artışı er geç toplumsal şiddeti de azdıracaktır. Hassas (ekonomik-sosyal) sorunlarımızın ortada durduğunu hepimiz bilmekteyiz. 2 yıldır şiddetini iyice artıran ve süreceği belli hayat pahalılığı, sonuçlarını farklı zeminlerde dışarı kusuyor. Aşarı kalabalıklaşmış kentler, yoğun göç olgusu, nitelikli eğitimden uzak oluşumuz, sanıldığının aksine etik değerlerdeki hızlı çözülüş meğerki başımızı ağrıtacak enfeksiyonları daha da azdırıyor.

Şiddet sorunu hepimizindir. Bu konuya fert fert ve tüm kurumsal çerçevelerde acilen eğilmez isek zaten iyice zorlaşan hayat hepten çekilmez bir hale evrilerek sağlıksız ve huzursuz kitleler kümesinde kendimize sarsılmaz bir yer bulmakla sonuçlanacaktır. Esenyurt vahşetini görmezden gelmeyin! Görüntüleri seyrettiğinizde insandan daha cani bir canlı türünün olmadığını kahrederek anlayacaksınızdır!

Tanrı Türk’ü Korusun!