
Okan Bent Önok
Kuzey Kıbrıs Türkleri ve iki yüzlü dünya
Doğu Akdeniz’in ortasında, yıllardır gözlerden uzak, vicdandan ise çok daha uzak bir halk yaşıyor: Kıbrıs Türkleri. Bu halk, yüzyıllardır bu ada topraklarında varlık mücadelesi verdi. Ama ne zaman diplomatik masalar kuruldu ne zaman barış adına sözler edildi, hep dışlanan, hep görmezden gelinen taraf oldular. Kıbrıs meselesi basit bir “1974 olayı” değil; uzun, acı dolu bir tarihin devamı. Fakat dünya kamuoyu bu gerçeği görmekte ısrarla kör kalıyor.
Kıbrıs meselesi, 1950’lerde Rumların Enosis yani adayı Yunanistan’a katma hayaliyle başladı. Bu hayal, EOKA gibi terör örgütlerinin ortaya çıkmasına sebep oldu. O dönemlerde Kıbrıs Türkleri, köylerine saldırılarla, katliamlarla karşı karşıya kaldı. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar katledildi. Dünyanın gözü önünde cereyan eden bu trajediye İngiltere sessiz kaldı, Birleşmiş Milletler ise seyirciydi. Bu sessizlik, o günlerden bugüne uzanan bir ihmal zincirinin ilk halkası oldu.
1963’te “Kanlı Noel” olarak anılan dönemde, Kıbrıs Türkleri bir kez daha devletin dışına itildi. Cumhurbaşkanı Makarios’un tek taraflı anayasa değişikliğiyle başlayan süreç, Türklerin devletten dışlanması ve topluca göç ettirilmesiyle devam etti. Evler yakıldı, silahlar konuştu. Bu, bir soykırımdı; ancak uluslararası toplumun gündeminde yer almadı. Çünkü kurbanlar Türk’tü, fail ise Batı’nın güvendiği Rum yönetimiydi.
1974, Kıbrıs Türk halkı için bir dönüm noktasıydı. Yunanistan’daki askeri cunta darbesiyle Kıbrıs’a el koymak istediğinde, Türkiye uluslararası garantörlük hakkını kullanarak adaya müdahale etti. Türk askerinin gelişi, adada yaşayan Kıbrıslı Türklerin yok olmaktan kurtuluşuydu. Bu harekât onlar için diriliş, hayattı. Ancak Birleşmiş Milletler ve dünya, yine çifte standartlı tutumunu sürdürdü; Türkiye “işgalci” ilan edildi, katledilen Türkler görmezden gelindi. Medya ve diplomasi, Rumların mağduriyetini büyütürken, Kıbrıs Türklerinin acıları ve hakları görmezden gelindi.
Bu süreçte, Kıbrıs Türk halkının direnişine liderlik eden iki büyük isim, her zaman anılmayı hak ediyor: Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş. Dr. Fazıl Küçük, sadece bir doktor değil, halkının sesi, sözcüsü ve ilk mücadele neferiydi. En zor yıllarda hem tıbbi hizmetleriyle hem de siyasi duruşuyla Türk halkını ayakta tuttu. Onun cesareti ve kararlılığı, daha sonraki kuşaklara istikamet oldu.
Rauf Denktaş ise bu halkın devletleşme mücadelesinin mimarıydı. Uluslararası arenada tek başına bir diplomatik ordu gibi savaştı. Yalnız bırakılmış bir halkın hakkını savunmaktan hiç vazgeçmedi. Denktaş hem bir hukukçu hem bir devlet adamı hem de tarihsel bir bilinci temsil ediyordu. Bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti varsa, o mirasın taşları onun eliyle döşendi. Denktaş’ın yıllarca söylediği gibi: “Kıbrıs Türkü azınlık değil, bu adanın eşit ortağıdır.”
Yıllar ilerledi, Kıbrıslı Türkler kendi devletlerini kurdu. Eğitimden sağlığa, savunmadan yerel yönetime kadar kendi ayakları üzerinde duran bir yapı inşa ettiler. Ama uluslararası toplum bu gerçeği tanımak yerine, Rum tezlerine sarılmayı tercih etti. KKTC bugün sadece Türkiye tarafından tanınan bir devlet. Bu tanınmama hali yalnızca siyasi değil, aynı zamanda temel insan haklarının açık ihlalidir.
2004’te gerçekleşen Annan Planı referandumunda Kıbrıs Türk halkı barış için “evet” dedi, Rum tarafı “hayır” dedi.
Sonuç?
Rumlar AB’ye tam üye yapıldı, Türkler ise bir kez daha cezalandırıldı. Ambargolar sürdü, sporcular hâlâ yarışmalara katılamıyor, uçaklar doğrudan inemiyor, üniversiteler tanınmıyor. Yani: Kıbrıs Türkü insan yerine konmuyor.
Bu zorlu şartlarda, KKTC’nin siyasi liderleri önemli bir dirayetle görev yapıyor. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, ulusal çıkarları korumada, egemen eşitliği savunmada ve uluslararası platformlarda halkının haklı mücadelesini dile getirmede güçlü bir liderlik sergiliyor. İki devletli çözüm vizyonu, artık sadece bir tercih değil, mecburiyet haline gelmiştir.
Başbakan Ünal Üstel ise yönetimde istikrarı sağlayarak KKTC’nin iç yapısını güçlendirmeye devam ediyor. Altyapıdan sosyal politikalara kadar birçok alanda attığı adımlar, Kıbrıs Türk halkının yaşam kalitesini yükseltmeyi amaçlıyor. Uluslararası baskılar karşısında iç direnci artıran bu yaklaşım, halkın devletine olan güvenini besliyor.
Çözüm nettir: Eşit egemenlik. İki ayrı halk, iki ayrı demokrasi, iki ayrı devlet.
Dünya ne kadar kulak tıkasa da ne kadar Rum tarafını tek meşru otorite gibi göstermeye çalışsa da Kıbrıs’ta iki halk gerçeği vardır. Ve bu iki halk, onlarca yıl boyunca bir arada yaşayamamış, her ortaklık denemesi Rum tarafının tahakküm arzusuyla sonuçsuz kalmıştır. Kıbrıs Türkü, defalarca barış için masaya oturmuş, toprak tavizleri vermiştir. Ancak her defasında uzlaşmadan kaçan taraf ödüllendirilmiş, Türk halkı cezalandırılmıştır.
Artık kimsenin federasyon masallarına karnı tok değildir. “Tek devlet” hayali, özünde Türk halkını eritme planıdır. Kıbrıs Türkü ne azınlıktır ne de Rum’un insafına muhtaçtır. O, kendi kaderini tayin eden, kendi kurumlarını kurmuş, kendi toprağında bağımsızca yaşamak isteyen onurlu bir halktır.
Çözüm; tanımadır. Çözüm; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası meşruiyetinin teslim edilmesidir. Bugün Kıbrıs Türkleri, sadece siyasi değil, insani bir mücadele veriyor. Eğitim hakkı, seyahat özgürlüğü, spor yapma hakkı ellerinden alınmış durumda. Bu, 21. yüzyılda modern dünyanın en açık ayıplarından biridir.
Gerçek barış; ancak gerçeği kabul etmekle mümkündür. O gerçek şudur: Bu adada iki halk vardır. Her biri kendi kimliğini, kültürünü, devletini yaşatmak istiyor. Ve bu arzuyu bastırmak değil, tanımak barışın ta kendisidir.
Unutmayın: Bir halkı yok saymak sadece siyasetsizlik değil, insanlığa ihanettir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.