Yargının bağımsız olmadığı yerde adaleti gerçekleştirmek zordur. Zira bu gibi durumlarda yargının ipi kimin elindeyse ona hizmet eder. 

Bugün tartışmaların merkezinde aslında yargının -bağımsızlığı- sorunu var. 

Erdoğan, kendine bağlı bir yargı istiyor. Kendine rağmen karar veren bir yargı istemiyor. Onu teslim almak için her fırsatı değerlendiriyor. Fırsat yoksa  bizzat yaratıyor. Tek adamlık yetmiyor, baş yargıçlığı da istiyor. 

Bağımsız bir yargıdan sadece -kuralları çiğneyenler- korkar.  Yargıyı teslim almak, denetimden kaçmak içindir. 

Yargı sadece suçla, kuralları çiğneyenlerle uğraşmaz. Yargının asıl görevi vatandaşın, can, mal emniyetini sağlamak, ekonomik güvenliği temin etmektir. Ekonomileri gelişen ülkelerin neredeyse tamamının -kuvvetler ayrılığına- sahip ülkeler olması boşuna değildir. Demokrasilerde güçler birleştirilmez, paylaştırılır. Çünkü güç temerküzü, beraberinde güç istismarını getirir.Lord Acton'un ifade ettiği gibi,"Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır." 

Kuvvetler ayrılığı denilince ilk akla gelen isim Montesquieu'dur. Kendi dönemindeki yönetimlerin büyük kısmını incelemiş, şaheseri "Kanunların Ruhunu" yazmıştır. Ondan sonra kuvvetler ayrılığı demokrasinin bir rüknü olmuştur. 

Ancak İslam tarihinde de bir sisteme bağlanmamış halde, bir hammadde biçiminde yargıcın bağımsızlığını savunanlar çıkmıştır. İmam-ı azam onlardan biri belki de ilkidir. Abbasi halifesi Mansur ona kadılık teklif ettiğinde şöyle diyecektir:" Kadı olacak kişide senin oğlunun,kumandanlarının aleyhinde hüküm verecek cesaretin olması lazım.Bu bende yok." 

Görevi kabul etmesi için işkenceye alındığında, yakın dostları kadılığı kabul etmesini söylediklerinde,"Değil böyle bir görev, Vasıt mescitlerinin kapılarını saymamı teklif etse onu bile kabul etmem.Böyle bir şeyi nasıl yaparım! O, boynunu vuracağı adamların ölüm fermanlarını önüme koyacak,be de bunları tasdik edeceğim,öyle mi? Allah'a yemin olsun, böyle bir şeyi asla yapmayacağım." Dediği gibi de yapmış bedelini bir rivayete göre işkencede, bir başka rivayete göre zehirlenerek ödemiştir. Emirle hüküm vermektense ölmeyi tercih etmiştir. Onun için o büyük imamdır. İnançları için ölümü göze alması, onun -bende yok dediği- cesarete fazlasıyla malik olduğunun göstergesidir. 

 Adaleti alınıp satılan bir meta olmaktan çıkaracak olan, -yargıcın emir almayacağına- inanan ve onun bedelini ödemeye hazır olan hukuk adamlarıdır. Bozulan devlet çarkı ancak doğru çalışan bir yargı mekanizması ile düzeltilir.Bütün bu patırtıların arkasında yargıya zincir vurma gayreti yatıyor. Milletin yargısı yerine -tek adamın- ihtiraslarına hizmet eden bir yargı istiyorlar. Unutmayalım ki, adalet susarsa,  her türlü adaletsizliği yapmak mümkün hale gelir. Bütün mesele böyle bir Türkiye isteyip istemediğimizdir. 21 yıldır her istediğini alan, hala almak isteyen bir siyasetin doyum noktası yoktur. Buna dur demeyen bir toplum her şeyini kaybeder. Bunun zamanı gelmedi mi hala?