Tarifi imkânsız bir acı içindeyiz…

Türkiye; 10 ili (başta Kahramanmaraş, Hatay ve Adıyaman) olmak üzre Cumhuriyet tarihinin en büyük tarihi afeti ile karşı karşıya kaldı. 6 Şubat 2023 tarihli, merkez üssü Ekinözü ve Sofalaca (http://www.koeri.boun.edu.tr, 2023) olan depremlerde 16 Şubat 2023 itibarıyla maalesef can kaybımız 36 bini aşacak durumda (https://www.haberturk.com, 2023). Yaralı sayımız 80 binin üzerinde ve yine bu iki büyük depremde vefat edenlerin sayısının günbegün artacağı tahmin edilmektedir.

İnsan hayıflanmadan edemiyor;

Türkiye, 1999 Marmara Depremi ile beraber tabi afetlerin can alıcı sonuçlarıyla yüzleşmiş olmalıydı; ancak 24 yılı bulan bu uzun süreçte deprem gerçeği ile yüzleşmediğimiz çok acı ve travmatik bir sonuçla karşımızda... 2003 Bingöl Depremi, 2004 Ağrı Depremi, 2010 Elazığ Depremi, 2011 Van Depremi vd. bu tehlikenin somut ve can alıcı örnekleri değil miydi?.. Ortada duruyor ki plansız ve yanlış kentleşmeler, çürük binalar, on binlerce vatandaşımızın mezarı olurken böyle bir felakete karşın eli kolu bağlı beklemişiz.

Enkaz altında kalan ölen ve yaralanan canlarımız değil; enkaza dönmüş ahlakımız, sorumsuzluğumuz ve tedbirsizliğimizdir. Beylik konuşma ve yutturduklarını sandıkları propagandaları ile on binlerce can kaybının vicdani ve ahlaki sorumluluğunu kimse kaldıramaz?!. 6 Şubat felaketi yıkılan haneler, yuvalar; kararan umutlar, bunca travma ve ardı sıra ekonomik yükle baş başa kaldığımız karanlık bir tablodur. Devlet kurumları başta, hükümet, siyasi partiler, belediyeler, STK’lar ve kamu efkârımızın bu nevi bir felakete karşı neden teyakkuz almadığı; günden güne farkındalık ve önlem geliştiremediği ise cevabını vermekte zorlandığımız, boğazımıza kurşun gibi oturan en büyük ayıbımızdır.

Bu büyük acı bizi mateme boğuyor; fakat hesabını sormak ve sonrası adına ibretle önlem almamız gerektiği de sağduyunun, aklın emridir. Felakete dair her hususun tartışılması barizdir; ancak hesap sorulması gerektiği hasıraltı edilemez. Kabul edelim ki Türkiye için depremler felakettir ve bu halimizle ciddi bir beka sorunudur.

Uzaya roket göndereceğini iddia edenler, depremde on binlerce canın yitirilmesinin izahını nasıl verecekler! Yaptığı otobanlarla köprü ve havaalanlarıyla övünenler, ülkenin can sıkıcı, fecaat durumunu nasıl tevil edecekler? Bu kafalar yaklaşan İstanbul depremine nasıl çare olacaklar?

Depremde yardıma koşanlar bir tarafta, bir tarafta hırsızlık ve yağmaya yeltenenleri anlamak, kiraları iki üç katına çıkaran fırsatçıları anlamak da mümkün değil. Yine 20 yıldır muhafazakâr diskurla milyonların oyunu devşiren zihniyet, yarattığı ekonomik, sosyal ve ahlaki çöküşün farkında değil! Türkiye A’dan Z’ye yapısal bir savrulmada, belirsizlikte ilerlemektedir.

Bilinçli ve sorgulayan vatandaş olmadan ilerlenemiyor. Siyaset kurumu hesap verme sorumluluğunda kendini görmüyor. Bir muhalif ses yükseldiğinde hükümet otoritesi var gücü ile yüklenip, adeta linç kampanyası başlatıyor. Sonuç ise her türlü yıkımla karşı karşıya kalmaktan öte değil…

Aklı, fenni esas almadan ve liyakat sahiplerine itibar etmeden yaşam kalitemizi bir tarafa bırakın, hayatta kalmamız bile afetlerin, depremin kaderine terk edilmiştir. Mesele kadere inanmak/inanmamak sorunu değildir; mesele bilimsel ve teknik imkânların en temel hak olan yaşam hakkının uğruna terkip edilmesi, bilimin cari kılınması, dürüst ve sorumlu vatandaşlık bilincidir. Sayısı onları geçmiş “İmar affı kanunu” ile siyasi getirim sağlamanın bir vakitte enkazdan 5 aylık bebek cesedini çıkarmak demek olduğu artık anlaşılmalıdır.

Nasıl anlayacağız, ne yapacağız bilmiyorum; ama ülkenin bekası için bu cehalet, bilgisizlik ve ahlaksızlıktan kurtulmaktan gayrı çare yoktur. Deprem bir afet; fakat bilgisizlik ve tedbirsizlik, liyakatsizlik felaket! Soruyorum: Türkiye Cumhuriyeti’nde insan hayatı bozuk para kadar kıymetli midir? Ülke adına en zelil durum, enkazda on binlerce canı molozların altına gömülmüşken siyaseten sen-ben atışmasına girilmesi, ona buna laf atma gayretkeşliği taşınmasıdır. Türk vatandaşının diyeceği cümle bellidir: “Bu ülkede siyaset yapan herkes artık aklını başına devşirsin”; çünkü yaşadığımız sonuçların doğrudan siyasi ahlak, sorumluluk, tutum ve davranışlar ile bağı vardır. “Ey hükümet! Önce benim yaşama ve barınma hakkımı gözet. Beni öldüren binalara, çarpık kentleşmelere, sorumsuz otoritelerin sığlıklarına hapsedip, öldürme!”

Bilen söylesin; hangi siyasi parti depreme hassasiyet göstermiş, gündem oluşturmuş, programına almış ki ve hangimiz vatandaş olarak siyasilere bunların hesabını sormuşuz ki?..

Bizler, Türk vatandaşları olarak deprem tehdidini ciddiye almadığımızın utancı ile yüzleşmek zorundayız. Deprem bölgesinde yaşananları buraya aktarmaya içimiz el vermiyor. Beş aylık bir bebeğin cansız bedeninin enkazdan alınışını ifade dahi edemeyiz! Bu bir savaş gibi… “Bir gece ansızın geliriz” diyenler, önce kendi vatandaşınızı yaşatın!

Kabul edelim, tedbirsizliğimiz, felakete karşı birincil ve ikincil planlarımızın yetersizliği, o çürük temel ve kolonlar gibi üzerimize yıkılmıştır. Kader planına inanmak asla bilimsel gerçekliğe inanmamanın şartı değildir. Madenlerde ölen biziz, çürük binalarda ölen yine biz! Kader planı önermesini, tedbirsizlik ve sorumsuzluk karşısında “asla” kabul etmiyorum! Şayet ki birileri çıkıp da “her şerde bir hayır vardır” diyorsa Gölcük, Van, İzmir ve Elazığ’da olan felaketlerden ibret çıkarmayanlara o dersi versin; yoksa bu aldatıcı bir zırvaya ve hatta ahmaklıktan öte bir anlama işaret etmemektedir. Bu hal karşısında başta iktidar, belediyeler, müteahhitler hesaba çekilmelidir. Elbette bu yetmez ve toplum olarak bizler, başımızı iki elimizin arasına alıp düşünelim ki maruz bırakıldığımız felaketi unutmayalım! Bu vakte kadar hep unuttuk ve felaketle yüz yüze geldik; yine unutursak daha beterinin geleceğine de şüphe yok!