Telafisi olmayan bir seçime giriyoruz. Kazanan her şeyi kazanacak, kaybeden her şeyi kaybedecek. O derece önemli ve hayati bir seçim.

Bazıları hala Erdoğan'ın değirmenine su taşımak için seçimin olmayacağını söylüyor. Bu ifadeler AKP'ye çalışmanın başka bir şekli. Zira Erdoğan'ın ne pahasına olursa olsun iktidarda kalacağını söylemek -iktidara oynayan veya korkularının kılavuzluğunda- hareket edenleri  yerinde tutma amacı taşıyor. Seçmenin şöyle düşünmesini istiyorlar: "Neyimize lazım, bunlar yine iktidar olur, burada kalmaya devam edelim."

Sadece bu m? Bu ifadelerin bir de karşı tarafta oluşturduğu psikoloji var,  muhalif seçmenin ne yaparsak yapalım bu parti veya hükümet gitmeyecek diye düşünmesini böylece çalışma azmi ve moral motivasyonunun  kaybolmasını istiyorlar.

Seçimler olacak, Erdoğan seçimleri ertelemek için bazılarının pompaladığı gibi Yunanla savaşa veya Suriye'de operasyona kalkışıp seçimleri ertelemeyecek. Yunanla bu şartlarda herhangi bir savaş olmaz. En fazla oy kazanmak, seçmeni etkilemek için karşılıklı horozlanmalar olur. On sekiz adayı Yunan işgal ederken uyarılara rağmen tek bir laf etmeyen, bu milletin toprağına sahip çıkmayan bu hükümet değil miydi? Şimdi ne oldu da- bir gece ansızın gelebiliriz- şarkıları söyleniyor? Olan bir savaş hazırlığı değil, siyaset pazarlaması, seçmenin milli duygularını istismar ederek oy devşirilmesidir.

Suriye'de ise dostum Putin'in sınırlı bir operasyona izin vermesi mümkündür. Rusya'nın hür dünyada giderek yalnızlaştığı bir konjonktürde Putin için Türkiye'yi yanında tutmak önemlidir. Erdoğan'ın Şangay  zirvesine katılımı da aynı yalnızlık  ve Putin'den döviz koparma amacıyla ilgilidir.Nitekim bunun karşılığını da almıştır. Şangay bir diktatörler zirvesidir, bu zirveye katılmak, Türkiye'nin bir asırdır sürdürdüğü demokratikleşme ve modernleşme çabalarını bir tarafa bırakarak yüzünü Batı'dan Doğu'ya dönmesi, kendini Rusya, İran, Özbekistan, Çin gibi otoriter ülkeler yanında konumlandırmasıdır. Erdoğan'ın bu tercihi biraz döviz bulma zorunluluğu biraz da siyaset tarzı ile bu ülke politikacılarının siyaset tarzı arasındaki yakınlıktır.

Son günlerde yapılan hazırlıklar, Aralık ayında EYT ile ilgili beklentilerin karşılanacak olmasına dair açıklamalar, emekli maaşları ile asgari ücrete yapılması düşünülen zamlar, sosyal konut projelerinin tamamı seçim yatırımdır. Bütün bunlar seçim yapılmayacak, şu olacak, bu olacak diyerek seçmeni olduğu yere mıhlayanların  hangi amaca hizmet ettiklerini göstergesidir. Kaldı ki dünyada seçime en çok ihtiyaç duyanlar otokratlardır. Çünkü seçim onların iktidarlarına meşruiyet sağlayan yegane araçtır. AKP, bugüne kadar yaptığı her icraatı seçim kazanma gerekçesi ile temellendirmedi mi? Merkez Bankası başkanının değiştirilmesi, özerkliğinin yok edilmesi bile "seçimi kazanacak ama merkez bankasına dokunmayacağız, böyle şey olur mu" diye gerekçelendirildi.

Demokrasilerde son diye bir şey yoktur. Son, demokrasi defterinin kapanması, diktaya geçilmesi ile mümkün olur.Her şeye rağmen bu ülkede demokrasiyi içselleştirmiş, birey olarak davranma bilincine sahip büyük bir kitle var. Zaman zaman -ara dönemler- yaşansa da Türk insanının eğilimi her zaman demokrasiden yana olmuştur. Önemli olan onun önüne duygularına dokunan politika ve adaylarla çıkmaktır.

Bu seçim hayati öneme haiz olduğuna göre o zaman parti-çıkar hesabı yapmadan en risksiz adayla toplumun karşısına çıkmak gerekir.Risksiz aday kazanacak adaydır. Bunu bize söyleyecek olan da anketler, kamuoyu araştırmalarıdır. Anketlerde önde olan adayı bırakıp, riskli adayda karar kılmak tıpkı AKP'nin memur alımlarında yaptığı gibi KPSS'den doksan puan alanı eleyip, altmış puan alanı işe almak gibidir. O ne kadar yanlışsa, bu da o kadar yanlıştır. Söz konusu olan kazanmaksa bağımsız anket kuruluşları aracılığı ile toplumsal eğilimler ölçülerek en önde olan aday tercih edilmelidir.İhtiraslara gem vurulması gereken bir dönemdeyiz. Önemli olan şu veya bu ismin kazanması değil, demokrasinin, adaletin, liyakatın kısacası milletin kazanmasıdır.