Propaganda kelimesinin kökeni ilginçtir. Etimoloji, sözcüğün Latince “propagare” kökünden geldiğini bize bildiriyor.

Anlamı “dikilecek fidan” manasında iken kelimenin eğretilemesi ise gelecek nesiller, sürecek soy anlamında kullanımlara sahip. Istılahın bugünkü manası ve bildiğimiz tanımı (TDK Sözlük’e göre) şöyledir: “Bir öğreti düşünce ya da inancı başkalarına tanıtma, benimsetme ve yayma amacıyla söz, yazı gibi yollarla gerçekleştirilen çalışma”... Haddizatında biz umumiyetle siyaseti ve propagandayı ikiz kardeş gibi gören bir kültürü de işleten toplumlar arasındayızdır.

Ehil kişinin hizmetine sunulduğunda propaganda öyle etkili hale gelir ki bir konuya dair çoğu kişinin duyguları, tavrı, aklediş ve tepkisi değişebilir. Din, ideoloji, politika, toplumsal alan ve hatta sermaye; propaganda vasıtalarından asla vazgeçemez. Bu saydıklarımız adına propaganda ve kitle güdümü arasında kopmaz bir bağ vardır ve hiçbir propagandist tarafsız değildir. Esasen propagandanın konusu özünde haklı ve dengeli bir mesele olsa da söylem alanında mesele denge değil; iknadır.

Propagandayı çoğunlukla siyasal partilerin ukdesinde gördüğümüz vazgeçilemez bir iletişim uygulayımıdır. Bunu yadırgamayız; çünkü halkın tasvibini alarak oy oranını arttırmak, nihayetinde seçimi kazanmak uğruna her nevi reklam, etkileme ve yönlendirme cevvaliyeti bu işten geçer. Propaganda herhangi bir siyasi organizasyon için iletişimin doğrudan kendisi, etkileşimin ve telkinin vazgeçilmez adresidir.

Hakkında kısaca malumat verdiğimiz propagandanın (ikna amaçlı faaliyetlerin) politik düzlemde (20 yıldır) açık ara başarılı siyasi hareketi Ak Parti ve lideri Recep Tayyip Erdoğan’dır. Mesele hiç karmaşık değildir; bilakis basit bir izah ile ifade edilebilir. 1950’lerin Demokrat Partisi’nden günümüze dek parti ve kitle çıkarlarının birbirine örtüştüğü hiçbir siyasi iklim bu radde başarı sağlamamıştır ki buna Turgut Özal’ın ANAP’ını da dâhil edebiliriz. Hatta Ak Parti ve lideri bu başarım skalasında DP ve Adnan Menderes’in iktidar sürecini ikiye katlamış ve aşmış durumdadır.

Yineliyorum; başarının sebebi basit, mantığı anlaşılırdır. Ak Parti’nin başlangıçta hayata geçirdiği ikna yöntemleri ve kullandığı vasıtaların nitelikleri, bu toplumun istediklerini vermek üzerine kurulmuş inandırıcı, soyut; ama bir tarafta belediye başkanlıkları gibi göstergeleşen hizmet odaklı algının rahatlıkla devreye alınmasıydı. Bu zafer yolunun taşlarını malum güruh (Türkiye’deki politik aktörler ve karar alıcı hegemonik güç) elbirliği ile döşemiştir.

Toplumun yahut çoğunluğun istediği neydi pekiyi? Devlet dairesinde azarlanmamak, bürokrasiden korkmamak, adeta elitlerin ahkâm kestiği ve hayatlarını doğrudan etkileyen dilden bir umutla kurtulmak… Tüm bunları yapacak olanlar Allah’ı, kitabı bilen mağdurlardı ve taşradan sürüp gelenlerin meramlarını anlayacaklarına dair pekişen inanç böylece merkeze doğru hicrete başlamıştır. Panaroma o’dur ki Ak Parti; bu vasıtaları süreçle birlikte devreye almakta ve daha inandırıcı olmakta zorlanmamıştır. Müesses nizam(!), Beyaz Türk(!) dedikleri (söylem) derin bürokrasi ve elit tabaka (hâkimler, generaller, medya ve sermaye seçkinleri)  ve ona eklemli sığ (sağ/sol) politik muarızlık arttıkça (başörtüsü gibi) sembollerin propaganda etkisi karşılık buldu. Anadolu ahalisinin teveccühü Recep Tayyip Erdoğan’da simgeleşti ve partisiyle onu bir o kadar yükseltti… Bu harekete yapılan her sekte vurucu hamle ve salvo püskürtülürken Recep Tayyip Erdoğan daha da güçlenerek yolundan yürüdü…

Ak Parti propagandistleri (2002’den başlayarak) hiçbir zorlayıcı retorik geliştirmeden ülkenin sosyal, ekonomik ve politik şartları altında mutsuz kalan insanların inançlarını değiştirebilmiştir. Bu vasat %60-65 nispetinde muhafazakâr kitlenin ikna edilmesi stratejisine yaslıyken zamanla (e-muhtıradan sonra) ikinci evreye taşınmıştır. İkinci evre, tutulan toplumsal kitlenin daha da pekiştirilmesi, yani safların sıkılaştırılmasıdır. Ölmedikçe güçlenen iktidar, devlet aygıtlarını (bir nevi) ideolojik dönüşüme tabi kılma savaşında propagandanın el verdiği tüm siyasal, sosyal hadiseleri kitle iletişimine hasretmiş ve bundan gerekli politik rantı tutarak galebe sağlamıştır. Gözden kaçırılmasın ki tüm bunlar bilinçli bir hedef saptamasına matuf, eylemsel ve sonuç alıcı fenomenlerdir.

Hiçbir propaganda (salt) hitabet sanatıyla yürütülemez. Bu uğurda kavramların işlemesi, etkilemesi ve kitleleri yönlendirmesi gerekir. Siyasal, ekonomik ve psikolojik ıstılahlar cari sosyo-kültürün damarlarında bir kanaat (kamuoyu) pekişmesi sağlayarak politik rekabetin her safhasında adeta kazanılan bir mevzie dönüşür… Ve mevzi mevzi kazanılan muharebeler savaşı sizin lehinize armağan eder. 28 Şubat, 2007 e-muhtıra, 15 Temmuz tüm sorgulamalara rağmen iktidarın telkin gücü olurken muhalefetin kazandığı hiçbir politik muharebe olmamıştır. “Telkin”de doğru yahut yanlış tecrübe edilmiş olgunun özü değil, aşılanmış inancın gücünü görmek elzemdir. Ak Parti için yolun başında teklif olarak sunulanlar liderin karizmatik melikelerinde kamuoyunca “telkin” olarak kabul görmüştür. Bu vasatın rasyonel ölçümden çok psikolojik ve ideolojik kaideleri baskındır. Örneğin 15 Temmuz ardı ve sonrası yaşanılanların manipüle edilmesi, bu amaçla bütün kitle iletişim vasıtalarının kullanılması gerekiyordu ki bu başarılı, sonuç alıcı bir hamle olmuştur. Süreçte MHP’nin denkleme girmesi kutsal ve baki söylemlerin milli kıymetlerle çevrelenmesi sonucunu doğururken düşmanlaşan(!) yahut düşmanla iş birliği yapanlar faş edilmiştir. Heyhat (o devir) yine muhalefet zaafı burada ortaya çıkar ve 15 Temmuz’u bu telkin ve yönlendirme safhasında politik açıdan çözümleyemeyen muhalefet söylemi sınıfta kalır. Yani “kontrollü darbe” nedir? Ne talihsiz bir ufuksuzluktur, dersiniz…

15 Temmuz açık bir darbedir. Beyaz propagandanın hükmünde (bu hain kalkışma) kitle iletişiminde en ince teferruatına kadar işlemiş ve halkın iktidara olan güveni; ancak pekişerek yola devam edilmiştir. İktidarın propagandist vasıtaları işletme yetisi, beyaz ve sırlı propagandalarla adeta hermetik bir dünyadır. Derin kuvvetler ve dış güçlerin saldırıları gizemden bilinmeyeni bilmeye yol alırken (bir çeşit savaş havasında) Türkiye yeni iklimine yine Ak Parti iktidarıyla taşınmıştır. 15 Temmuz sonrası Suriye ve D. Akdeniz’de yaşananlar; ancak bu olgunun kesit okumaları olarak görülmelidir. Aklınıza “neden MHP?” sualini getirmek istediğimde, işbu sürece dâhil olan MHP’nin bu dizge tam yeridir demek isterim.

Teferruata boğmadan anlatmanın güçlüğü içinde her propagandanın siyasi, iktisadi, kültürel ve askeri yönlerinin 20 yılı aşkındır buyur edilmiş herhangi bir iktidar tarafından kullanılmasının doğallığını vurguluyorum. Bu vurgu ile yetinmeyerek, başarının (iktidar adına) not edilmesini bir temenni halinde not düşüyorum; çünkü alınacak çok ders vardır. Bu dersin büyüğünü muhalefet almamıştır; mesela…  2016 Şubat’ında CHP'li Sezgin Tanrıkulu: “AK Parti, PYD'den neden rahatsız?” diye sorduysa yahut CHP’li emekli bir büyükelçi (Ünal Çeviköz) Fransız Cumhurbaşkanı Emannuel Macron ile aynı ağızda birleşip “Karabağ’da Türkiye ‘cihatçı savaşçıları’ destekledi” diyorsa iktidarın propaganda zaferi almasından çok bu zaferin çoktan verildiğini kim düşünmeyecek? Yine siz kalkıp Libya teskeresini HDP ile birlikte reddederseniz şu olur: 15 Temmuz’u yaşamış, PKK ile kan uykusundan uyanmış, Kurtuluş Savaşı ile kurulmuş bir ülkenin genetik kodlarından bihabersinizdir. O halde (zaten ikna ve telkin gücü sorgulanır) muhalefetin bütün propaganda ve yönlendirme koşullarını iktidar adına bir bir hazırladığını ve armağan ettiğinin biz de çıkıp argümante ederiz.

Bir muhalefet öbeği, bu ülkenin hem gerçeğini hem insan hakikatini görmeden acur işlere devam ediyorsa ve 2018 ila 2022 Mayıs’ı arasında ülkenin ekonomik şartları değişse de anlam haritasının değişmediğini anlayamıyorsa “bana da iktidarı verin” derim! İktidar hiç zorlanmadan muhatabı CHP ve avenelerine dönük “karşı propaganda” argümanlarında asla zaafa düşmemiştir. Söylemin abartılı olması, iktidarca yönlendirildiği serzenişleri bu gerçeği değiştirmez; çünkü kanıt, kanıttır… O halde “sayın muhalefet, siz bu ülkeyi tanıyorsanız yine bu malzemeyi iktidara vermemeniz gerekirdi” derim. Muhalefetin ıskaladığı hayati konular kabak gibi öndeyken “parlamenter sisteme geçiş”, “KHK ile işten el çektirilenlere af”, “bir tarafta İYİ Parti, bir tarafta HDP” dansı olsa olsa propaganda değil; bitmez kafa karışıklığının numune işçiliği olurdu ki bu muhalefet zorlanmadan tüm bular becerebilmiştir…

TANRI TÜRK’Ü KORUSUN!