
Hüseyin Kurt
Lübnanlaşmak Değil, Kimliklerle Yıkılmak
“Güçlü ulus devletler İsrail için tehdittir.” Bu cümle, Amerikan Büyükelçisi Tom Barrack’a ait. Suriye politikasıyla tanınan, Türkiye’de ve Ortadoğu’da diplomatik ağırlığı gittikçe artan bir isim. Söylediği şey basit bir analiz değil; yürürlüğe konmuş bir jeopolitik mühendisliğin özetidir.
Güçlü devlet istemiyorlar çünkü kontrol edilemiyor. Ulus kimliği istemiyorlar çünkü kimlik bölünmezse toprak da bölünmüyor.
Tom Barrack yalnız konuşmadı. Açıklamalarıyla birlikte Osmanlı’nın millet sistemine övgüler yağdırdı. Yani dine göre tasnif edilmiş bir toplum düzeni, bir nevi çok-milletli idari yapı. Hristiyan’ın, Yahudi’nin, Müslüman’ın kendi cemaat lideriyle temsil edildiği, devleti değil grubu önceleyen bir model.
Ve Barrack bu modeli örnek göstererek Türkiye’nin ulus-devlet formundan çıkması gerektiğini söyledi.
Açık ve net.
Hiç dolandırmadan!
Bu, Türkiye’ye yönelik bir proje değil, yürüyen bir operasyonun teorik çerçevesidir.
Yani mesele artık “olur mu acaba?” sorusunu çoktan geçti.
Soru değişti: “Nasıl durdurulur?”
Osmanlı modeli diye pazarlanan şey, hanedan temelli bir otorite değil; bugünün dünyasında kabileleşmeyi meşrulaştıran, devletin yerini mezhebe, aşirete, etnik kimliğe bırakan bir etno-siyasi parçalama modelidir.
Lübnan’da bu denendi. Sonuç ortada; Her bakanlık bir mezhebin, her sokak bir milisin, her dış politika kararı bir dış gücün kontrolüne geçti. Suriye’de uygulandı. Irak’ta içselleştirildi. Libya’da kabile devleti kuruldu.
Şimdi sıra Türkiye’ye geliyor.
Barrack’ın sözleri, Bernard Lewis’in 1996’da yaptığı uyarıyı hatırlatıyor. “Milli kimliklerin yerini Ortadoğu kimliği alabilir” demişti.
Bugün bu cümle ete kemiğe büründü. Çünkü artık hedef doğrudan devletin yapısı, toplumun ruhu, milletin zihinsel bütünlüğü. Toprak bölünmeden önce zihin bölünüyor. Kimlik kutuplaştırması derinleştiriliyor. Tarikatlar, cemaatler, etnik ajandalar meşrulaştırılıyor. Devlet kadroları liyakatle değil, aidiyetle dağıtılıyor. Medya milletin ortak sesi olmaktan çıkarılıyor. Eğitim sistemi kimlikler arası fay hatlarını besliyor. Böylece “Lübnanlaşma” senaryosu yerli aktörlerle oynanmaya başlıyor.
Türkiye’nin önünde iki yol var;
Ya bin yılın birikimiyle şekillenmiş ulus-devlet formunu koruyacak, ya da adına “çoğulculuk” denilen çok başlı bir zayıflığa teslim olacak.
Ya “tek devlet, tek hukuk” diyecek, ya da her grubun kendi statüsüyle var olduğu bir federasyon parodisine dönüşecek.
Ya güçlü olacak, ya parçalı görünüp yönetilmeye razı gelecek.
Bu saatten sonra mesele kimlikleri tartışmak değil; kimlik siyasetine teslim olmuş bir devleti engellemek meselesidir. Çünkü devletin yerine cemaat konursa, hukukun yerine aidiyet geçerse, vatandaşlığın yerine etnisite yazılırsa, sadece rejim değişmez; millet çözülür.
Tom Barrack ve arkasındaki akıl, Türkiye’nin haritasını değiştirmekten çok daha incelikli bir şey yapmaya çalışıyor. Harita aynı kalsın ama millet dağınık olsun istiyorlar.
Yönetilebilir, müdahale edilebilir, birbirine rakip kimliklerden oluşan bir topluluk…
Yani Türkiye’yi devlet olmaktan çıkarıp Ortadoğu’nun yeni Lübnan’ı yapmaya çalışıyorlar.
Bu öyle bir plan ki, dışarıdan değil içeriden işletiliyor. Yasayla değil algıyla, savaşla değil barış adı altında yürütülüyor. Adım adım, alıştıra alıştıra, kavramlar sulandırılarak…
Bugün hâlâ bazıları bunu bir siyasal tez, akademik öneri veya entelektüel çeşitlilik zannediyor. Oysa bu, tarihsizleştirilmiş bir devletin ölüm senaryosudur. Ve o senaryonun ilk cümlesi çoktan yazıldı: “Güçlü ulus devletler tehdit olarak görülüyor.”
Şimdi soru şu: Bu cümleyi yazanlar ve uzantısı uygulayıcıları mı kazanacak, yoksa Türk Milleti mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.