
Hüseyin Kurt
Yeni Anayasa ve Eski Tuzaklar: Propaganda Makineleri Nasıl Çalışıyor?
"Bir milleti çökertmenin ilk adımı, onu fikren parçalamaktır."
Türkiye bir kez daha anayasa tartışmalarının içine çekiliyor. Yüzeyde uzlaşı, çoğulculuk ve demokratikleşme gibi makul kavramlarla sunulan bu tartışmaların derinlerinde çok daha karmaşık ve tehlikeli hesaplar yatıyor. Bu hesapların merkezinde ise üniter yapının gevşetilmesi, federasyon fikrinin topluma adım adım benimsetilmesi ve nihayetinde milli birliğin zedelenmesi bulunuyor.
Medya, Akademi ve Siyaset Üzerinden Propaganda
Kamuoyunun bu yönde yönlendirilmesinde medya, akademi ve siyaset alanlarında eşgüdümlü bir propaganda faaliyeti yürütülmektedir. Bu faaliyet, topluma sistemli biçimde belirli fikirleri aşılayarak anayasal değişimin ön hazırlığını yapmaktadır. Son yıllarda sıkça duyulan “ABD’de, Almanya’da da federasyon var, bizde neden olmasın?” türü argümanlar bu propagandanın başlıca araçlarındandır. Oysa bu ülkelerin tarihi ve siyasal yapıları Türkiye’ninkinden oldukça farklıdır. ABD başından beri eyaletlerin bir araya gelmesiyle kurulan bir devlettir. Almanya da benzer şekilde tarihsel olarak parçalı bir yapının birleşmesinden doğmuştur. Türkiye ise çok uluslu bir imparatorluktan çıkarak üniter, milli bir devlet kurmuştur. Bu nedenle Türkiye’de federasyon birleştirici değil, dağıtıcı bir etki yaratır. Şunu da bilmek gerekir ki; dünyada savaş olmadan üniter devlet yapısından federasyon sistemine geçen bir ülke örneği yoktur.
Misak-ı Milli Üzerinden Kurgulanan Tuzak
Bir diğer propaganda söylemi Misak-ı Milli ile ilgili yapılan yorumlarda karşımıza çıkar. Sınırları genişletme vaadi altında sunulan bu fikirler, ilk bakışta milliyetçi bir hedef gibi görünür. Ancak geçmişte Barzani’nin partisinin programında da aynı Misak-ı Milli haritasına yer verildiği bilinmektedir. Yani bu sınırlar sadece Türkiye’nin değil, kurulmak istenen başka yapıların da ilgi alanına girmektedir. Bu büyüme vaatlerinin sonunda ülkenin federatif bir yapıya zorlanması, ardından bu yapının içinden yeni ayrılıkçı hareketlerin doğması senaryosu dikkatle incelenmelidir. Cengiz Özakıncı’nın deyimiyle bu, büyüyerek küçülme projesidir.
Türkiye adeta bir "taşıyıcı anne" gibi kullanılmak istenmektedir. Irak ve Suriye'den bazı bölgeler referandumla ülkeye katılarak, "ülke bu şekilde yönetilmez, eyalet/federasyon olmalıyız" dayatması yapılabilir. Ülkeye toprak katmaya kimsenin karşı çıkacağı yoktur ancak bu toprakların eyalet olarak katılmaları gerekmemektedir. Atatürk, Hatay’ı ülkeye eyalet olarak mı kattı? Hayır. Bu sorunun yanıtı, niyetin ne olduğunu açıkça göstermektedir.
Federasyonla Terör Sorununun Çözüleceği Yalanı
En tehlikeli üçüncü argüman ise, kırk yılı aşkın süredir devam eden terör sorununun ancak federatif bir yapıyla çözülebileceği iddiasıdır. Bu iddia tarihsel verilerle çürütülebilir. 1938 ile 1978 yılları arasında Türkiye’de ciddi bir etnik isyan yaşanmamıştır. Bu dönemde yürürlükte olan üniter sistem, toplumsal barışın ve güvenliğin teminatı olmuştur. Atatürk’ün kurduğu laik ve eşit yurttaşlığa dayanan devlet modeli sayesinde Türkiye bu süreçte istikrarlı bir çizgi izlemiştir. Bugün çözüm, üniter yapıdan değil; adaletin güçlendirilmesinden, fırsat eşitliğinden, eğitim politikalarının iyileştirilmesinden ve bölgesel kalkınmanın dengelenmesinden geçmektedir.
Zihinsel Hazırlık ve Kavramsal Dönüşüm
Federasyon doğrudan dillendirilmese de dolaylı bir meşrulaştırma süreci işletilmektedir. Medyada yer alan haberler, akademik tartışmalar, sivil toplum faaliyetleri ve siyasi çıkışlar bu fikri olağanlaştırma görevini üstlenmiştir. Terör saldırılarından sonra ortaya çıkan “siyasi çözüm” çağrıları, ekonomik krizlerde dillendirilen “yerel yönetim özerkliği” talepleri, toplumu duygusal olarak yıpratıp zihinsel olarak esnetmeyi hedefleyen taktiklerdir. Kamuoyunun çözüm arayışındaki hassasiyeti, yönlendirme için bir fırsat alanına dönüştürülmektedir.
Bugün yapılan şey yalnızca bir anayasa değişikliği teklifi değildir. Asıl mesele, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerinin dönüştürülmeye çalışılmasıdır. Üniter yapıya dair güven ve bağlılık aşındırılmakta, bunun yerine yerinden yönetim, özerklik ve öz yönetim gibi kavramlar normalleştirilmektedir. Oysa Türkiye’nin kurtuluş ve kuruluş süreci bize göstermektedir ki; bu ülke laiklik, eşit yurttaşlık ve bölünmez bütünlük ilkeleriyle ayakta durmuştur. Bu ilkeler sadece geçmişin değil, geleceğin de güvencesidir.
42 ve 66. Madde Üzerinden Kurgulanan Yeni Plan
Bugün tartışmaya açılan yeni anayasa çalışmaları, özellikle 42. ve 66. maddelerde yapılmak istenen değişikliklerle dikkat çekmektedir. Anayasa'nın 66. maddesiyle ilgili önerilerde “Türk” yerine “Türkiyeli” kavramının getirilmek istenmesi, sadece bir kelime tercihi değil; milli kimlikten uzaklaştırma çabasıdır. Aynı şekilde “cumhurbaşkanı” yerine “başkan” denilmesi, sadece yönetim modelinin değil, devletin karakterinin dönüştürülmek istenmesidir. Oysa mevcut anayasamızın 10. maddesi zaten “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” demektedir. Bu madde varken daha fazla eşitlik gerekçesiyle yeni düzenleme talep etmek, ancak kötü niyetin maskesidir.
Unutulmamalıdır ki; bu değişiklikler sadece iç hukuka yönelik değildir. Amaç, uluslararası hukuk nezdinde Türkiye’yi azınlıklar ülkesi olarak tanımlatmak ve BM ile uluslararası mahkemelerde sözde etnik ayrımcılık iddialarıyla ayrılıkçı hareketlere zemin hazırlamaktır. Asıl hedef Kürdistan projesidir. Mevcut anayasa bu planlara izin vermemektedir, bu nedenle anayasa değişikliği bir araç olarak kullanılmak istenmektedir.
Cumhuriyetin Kimliği ve Mücadelenin Anlamı
Kavramların anlamı değiştirildiğinde, zihniyetler de dönüşür. Demokratik özerklik, anadilde eğitim, bölgesel yetki devri gibi ifadeler artık teknik terimler değil; bir sistem değişikliğinin şifreleri haline gelmiştir. Bu kelimeler üzerinden sürdürülen propaganda, anayasa değişikliğini teknik bir hukuk meselesi olmaktan çıkararak bir zihinsel altüst oluşa dönüştürmektedir.
Cumhuriyet, yalnızca bir yönetim modeli değil; aynı zamanda milletin bağımsızlık iradesinin ve tarihsel varoluş kararlılığının adıdır. Bu irade ancak kavramlara, kurumlara ve kimliğe sahip çıkarak yaşatılabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.