
Hüseyin Kurt
Tören Var, Teslim Yok: PKK'nın Gölge Planı “Silah Bırakma Tiyatrosu”
Terör örgütü PKK’nın silah bırakma ilanı, kamuoyuna büyük bir tarihsel kırılma anı olarak sunuluyor. Perde arkasındaki çelişkiler, teknik boşluklar ve siyasi belirsizlikler bu iddialı manzaranın aslında bir vitrinden ibaret olduğunu düşündürüyor.
Sürecin aktörleri, yöntemleri ve sonuçları; gerçek bir fesihten çok dikkatle yazılmış bir propaganda senaryosuna işaret ediyor.
Öncelikle bu tür girişimlerin bir tarihsel tekrar olduğunu unutmamak gerek!
2013–2015 çözüm sürecinde de benzer silah bırakma törenleri düzenlenmiş, maalesef örgütün silahlı kapasitesi artarak devam etmişti.
Aradan geçen yıllar gösterdi ki, bu tür açıklamalar çoğu zaman birer sembolik eylem, hatta taktiksel manevra niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla, bugün sahnelenen törenlerin de bir tiyatrodan ibaret olması ihtimali göz ardı edilmemelidir.
Süleymaniye kırsalında 10–12 Temmuz’da yapılacağı duyurulan törene ilişkin basına sızan bilgiler oldukça sınırlı ve çelişkili.
Terör örgütünün eski Merkez Konseyi Üyesi terörist Mustafa Karasu tarafından yönetileceği, görüntülerin kayıt altına alınacağı ve medyaya servis edileceği belirtiliyor. Aynı anda DEM Parti Sözcüsü “tarihi bir ana tanıklık edeceğiz” derken, “kesin bilgi elimizde yok” diyebiliyor. Bu tür çelişkiler, sürecin henüz olgunlaşmadığını değil, sanki bilerek muğlak bırakıldığını gösteriyor.
Daha vahimi ise, teslim olacak terörist grubun silah bırakma töreni sonrası yeniden Kandil’e döneceği yönündeki iddialardır.
Bir örgüt gerçekten silah bırakıyorsa, yeniden dağa dönmesi mantıksızdır.
Bu teröristler dağa ne yapacak? Çobanlık mı?
Bu durum, söz konusu teslimiyetin gerçek değil, vitrin amaçlı olduğunu açıkça ortaya koyar.
Bu noktada, örgüt sözcülerinin açıklamalarına bakmak lazım; Söz konusu açıklamalarda silahların bir kısmının “yakılacağı”, geri kalanların ise Suriye’nin kuzeyindeki SDG’ye ve İran’daki PJAK’a aktarılacağı ima ediliyor.
Yani mesele bir fesih değil; coğrafi ve yapısal bir yeniden yapılanmadır.
Bu da terör örgütünün terör kapasitesinin ortadan kalkmadığını, sadece mevzi değiştirdiğini gösteriyor.
PKK’nın mühimmat envanteri dikkate alındığında, törenle teslim edilmesi planlanan birkaç hafif silahın sembolik kalacağı açıktır. Örgütün elinde AK-47, G3, M16, Dragunov, PKM, DShK, RPG-7, Milan, 82 mm havan, el yapımı patlayıcılar, drone modifikasyonları ve Suriye kaynaklı ABD menşeli silahlar gibi kapsamlı bir cephanelik bulunmaktadır.
Bu silahlar teslim edilmediği sürece, süreç sadece algı yönetimi olarak kalacaktır.
Öte yandan, teslimatın hangi kuruma yapılacağı, teslim edilen silahların sayı ve tür bilgileri, sürecin gözlemci denetimi altında yürütülüp yürütülmediği gibi sorular cevapsız.
Gerçek bir fesih için bu teknik ayrıntılar olmazsa olmazdır.
Bir sürecin “şeffaf” ve “denetlenebilir” olmaması, onun inandırıcılığını otomatik olarak düşürür.
Bu süreçte terörist başı Öcalan’a verilen rol de dikkat çekicidir.
2013’te olduğu gibi, bir kez daha örgütü toparlayıcı lider figürü olarak sahaya sürülüyor. İmralı’dan gelecek mesajın içeriği, iletim kanalları ve hukuki geçerliliği hakkında hiçbir açıklama yapılmıyor. Bu durum, Öcalan’ın yalnızca psikolojik savaş aracı olarak konumlandırıldığını düşündürüyor.
Uluslararası kamuoyuna dönük hamleler de sürüyor. PKK, Birleşmiş Milletler - BM ve Avrupa Parlamentosu gibi kurumları devreye sokarak sürece meşruiyet kazandırmaya çalışıyor. Bu ise doğrudan Türkiye’nin egemenlik haklarını zorlayan bir çizgiye işaret ediyor.
Silah bırakmanın koşulu, STK’ların değil; devletin gözetiminde, hukuki ve meşru yollarla olmasıdır.
Türkiye’de durumdan endişe eden birçok kişi ve STK, geçmişteki “silah bırakma” söylemlerinin çoğunlukla taktiksel olduğu, SDG ve PJAK’a yapılan silah transferlerinin süreci fiilen geçersiz kıldığı, DEM Parti’nin açıklamalarındaki çelişkilerin şüphe uyandırdığı ve Öcalan’ın yeniden araçsallaştırıldığı gibi noktaları vurguluyor. Bu analizler, yaşananların bir “sahne düzenlemesi” olduğunu ve gerçekte bir çözüm iradesi taşımadığını gösteriyor.
Muhalif çevrelerde ise sürece dair temkinli ve iki yönlü bir sessizlik hâkim.
Muhalif bir kesim, geçmiş deneyimlerden hareketle sürece güven duymuyor; ancak toplumsal kutuplaşma ve siyasi linç ihtimali nedeniyle açık eleştiriden kaçınıyor. Diğer kesim ise gelişmeleri fırsatçı bir gözle izliyor; “görüşelim ama sorumluluk almayalım” yaklaşımıyla sessizliğini sürdürüyor. Bu da muhalefetin, süreci ya denetleyecek cesaretten ya da yönlendirecek vizyondan yoksun olduğunu düşündürüyor.
Özetle, bugün sahnelenen şey, yeni bir çözüm değil; eski bir senaryonun yeniden sahneye konmasıdır. Kamera açısı değişmiş olabilir, sahne yeniden dekore edilmiş olabilir. Ancak metin aynı kaldıkça, seyirci de aynı sona ulaşacaktır.
Ve belki de sorulması gereken en gerçekçi soru şudur:
“PKK, 50 yıldır sürdürdüğü silahlı mücadeleyi bir günde ve sembolik törenle neden bırakır mı?”
Cevap basit: Bırakmıyor!
Sadece sahneyi yeniden düzenliyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.