Yeni Haritalar, Eski Tuzaklar: Ortadoğu Satranç Tahtasında Son Kale Türkiye

Ortadoğu'da her kriz, yeni bir haritanın gölgesinde doğar. Ama bazı krizler vardır ki haritaları değil, paradigmayı değiştirir. İsrail’in 13 Haziran sabahı başlattığı "Am KeLavi" yani “Aslanın Gücü” operasyonu, tam da böyle bir dönüşüme işaret ediyor. Bu saldırı, füze rampaları yerine karar verici beyinleri ve liderleri yetiştiren yapıları hedef alarak, artık savaşların tanklarla değil, fikir ve stratejilerle kazanıldığını gösteren bir doktrin değişimini ortaya koyuyor.

Bu yeni dönemin en çarpıcı yönü, vekalet savaşlarının arkasından yükselen doğrudan çatışma ihtimalinin kaçınılmaz hale gelmesidir. İran’ın stratejik kadrosunun hedef alındığı, nükleer aklının dağıtılmak istendiği bir süreçte, sadece Tahran değil, bütün bölge sarsılmaktadır. Türkiye ise bu fırtınanın tam ortasında hem jeopolitik hem tarihsel yüküyle sınanacaktır.

Savaş Değil, Zihin Avı: Dekapitasyon Doktrini

İsrail’in uyguladığı askeri model, klasik anlamda bir işgal ya da bombalama değil. Bu operasyon, lider kadroları değil, liderliği doğuran akıl damarlarını kesmeyi hedefliyor. Nükleer bilim insanlarının hedef alınması, sadece bir suikast değil, rejimin taşıyıcı kolonlarına yönelik stratejik bir yıkım girişimi. Bu bir gayrinizami harp taktiği olan dekapitasyon stratejisidir. Yani düşmanı sahada değil, zihninde çökertmek.

Asıl dikkat çekici olan, bu stratejinin sadece İran’la sınırlı kalmadığını gösteren işaretlerin artmasıdır. Çünkü hedef sadece silahlar değil, zihinlerdir. Kimin neye inanacağını belirleyen, geleceğin sınırlarını da belirler.

İran’ın Yanıtı: Zamanı Yayarak Yıpratma

İran bu saldırıya sadece karşılık vermekle kalmadı, birden fazla cephede yürüttüğü bir stratejiyle yanıt verdi. Tel Aviv ve Hayfa’ya yönelen roketler, Hizbullah’ın kuzeyden devreye girmesi, Haşdi Şabi ve Husi unsurlarının aktifleşmesi fiziksel bir karşılık kadar psikolojik bir meydan okumayı da temsil ediyor. Ayetullah Hamaney’in “Henüz başlamadık” sözü, bu sürecin bir final değil, bir girizgâh olduğuna işaret ediyor.

Bu yanıtlar, çatışmanın sadece doğrudan saldırılarla sınırlı kalmayacağını, zaman içine yayılacak ve asimetrik olarak sürecek bir yıpratma savaşına dönüşeceğini gösteriyor. Bu da bölgeyi düşük yoğunluklu ama yüksek stratejik maliyetli bir sarsıntı sürecine sürükleyecek.

ABD: Onaylı Tarafsızlık mı, Sessiz Ortaklık mı?

ABD yönetimi resmi açıklamalarda doğrudan müdahil olmadığını ifade etse de sahadaki gerçeklik başka bir tablo çiziyor. Netanyahu’nun Trump ile tam koordinasyon vurgusu, Cumhuriyetçilerin seçim kampanyasına entegre edilecek bir operasyon tasarlandığını düşündürüyor.

Ayrıca bu hamle, İsrail’in bölgede tek başına hareket etmediği, ABD’nin dolaylı onayıyla adım attığını da ortaya koyuyor. Bu durumda, İran sadece bir hedef değil Çin ve Rusya ile kurduğu stratejik bağlar nedeniyle ABD için bir küresel rakip haline gelmiş durumda.

Netanyahu’nun Açıklamaları: Bu Daha Başlangıç

Netanyahu, son 48 saat içinde yaptığı açıklamalarla hem iç kamuoyuna hem de uluslararası aktörlere sert mesajlar verdi:

"İran'ın nükleer programının kalbini vurduk. Bu bir öz savunma eylemidir."

"Füze savunma sistemlerimiz, İran’ın saldırılarının yüzde 95’ini etkisiz hale getirdi."

"Trump yönetimiyle tam koordinasyon içindeyiz."

"Daha fazla hedef listemiz var."

Bu sözler, savaşın sadece bir karşılık değil, bir süreç olarak tasarlandığını gösteriyor. İsrail- İran hattındaki gerilim, yakın vadede durmayacak aksine yeni cephelerle genişleyecek bir yapıya bürünüyor.

Petrolü Gölgeleyen Savaş: Enerji Çarpanı

Brent petrolünde görülen yüzde 11’lik artış, bu çatışmanın yalnızca bölgesel bir güvenlik krizinden ibaret olmadığını gösteriyor. Hürmüz Boğazı’nın tıkanması, dünya deniz ticaretinin beşte birini etkileyebilir.

Avrupa enerji hisseleri darbe almış, Çin diken üstünde pozisyon almış, Rusya ise stratejik dengeyi kollayan gözlemci rolüne geri dönmüştür. Bu haliyle kriz, Ortadoğu sınırlarını aşan, küresel kutuplaşmanın da katalizörü haline gelmiştir.

Türkiye: Beş Cephede Aynı Anda Sınav

Türkiye bu fırtınada yalnızca izleyen bir ülke değil, doğrudan etkilenebilecek ve hatta taraf haline gelebilecek bir aktör konumundadır. Şu anda beş cephede aynı anda ciddi tehditlerle karşı karşıyadır.

İlk olarak, olası bir İran iç savaşı ya da rejim krizinde milyonlarca Güney Azerbaycan Türkünün Türkiye’ye sığınması ve Kürt mültecilerin Van-Hakkari hattına yönelmesiyle karşılaşılabilir. Bu da ciddi bir göç baskısı oluşturacaktır.

İkinci olarak, PJAK ve PKK gibi terör örgütlerinin İsrail’in dolaylı desteğini hissederek Türkiye sınırında daha aktif hale gelme ihtimali vardır. Bu durum, terör tehdidini ciddi şekilde artırabilir.

Üçüncü tehdit alanı enerji bağımlılığıdır. İran’dan gelen doğalgazın kesintiye uğraması, özellikle sanayi üretimini ve kış aylarında ısınma sistemlerini felce uğratabilecek bir risk taşımaktadır.

Dördüncüsü, İran sınır kapıları olan Gürbulak ve Esendere’deki tıkanmalar Doğu Anadolu’daki küçük ve orta ölçekli işletmeleri iflasa sürükleyebilir. Bu da doğrudan ekonomik bir tehdit anlamına gelir.

Son olarak, Türkiye’nin dış politikası üzerindeki diplomatik baskı artmaktadır. NATO ile İran arasında sıkışan geleneksel tarafsızlık politikası bu defa yetersiz kalabilir. Türkiye, yeni bir denge politikası üretmek zorundadır.

Bu beş başlık birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye'nin aynı anda çok sayıda alanda sınandığı ve bu sınamaların yalnızca savunma değil, ön alma stratejileriyle yönetilmesi gerektiği görülmektedir.

Yeni Doktrin: Zihin ve Diplomasi Senkronizasyonu

Türkiye'nin bu kriz karşısında sadece askeri reflekslerle hareket etmesi yeterli değil. Yeni bir güvenlik vizyonu kadar, yeni bir diplomatik anlam haritasına da ihtiyacı vardır.

72 saatlik acil durum planları hazır olmalı, bölgesel güvenlik forumu teklifi BM’ye sunulmalı, enerji ve siber savunma altyapıları çift kademeli yedeklenmeli, Katar, Libya ve Azerbaycan’la enerji diplomasisi eşzamanlı ilerletilmeli.

Kaptan mı, Savrulan mı?

Bu kriz, Türkiye’ye şu soruyu soruyor: Fırtınanın yönünü belirleyen kaptan mı olacaksın, yoksa başkalarının çizdiği rotada savrulan mı?

Bu soruya verilecek cevap sadece bugünü değil, Türkiye’nin bölgedeki geleceğini belirleyecek. Ortadoğu, artık krizlerin değil, vizyonların belirlediği bir gelecek rotasında ilerliyor.

Ve bu gelecekte Türkiye ya yön verecek ya da yön verilen olacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Kurt Arşivi