Bir toprak parçasında milliyetçilik duygusunun oluşabilmesi için o toprak parçasındaki insanların o toprağı kendi toprağı olarak benimsemesi ve vatanı olarak kabul etmesi, o toprağın üzerindeki tüm canlılarla kendisinde bir bağ kurması, tüm canlıları özellikle insanları kendisinden bir parça olarak görmesi gerekir.

Eğer Berlin’de yaşayan bir Alman Frankfurt’ta yaşayan bir Almanla aralarında bir bağ oluşturamazlarsa bir Alman millet birliğinden bahsedemeyiz.

Bu durumun en bariz örneğini 2’nci Dünya Savaşında yenilip ikiye bölünen, iki devlet olan Almanya’nın yaklaşık 50 yıl sonra birleşmesini verebiliriz. Orada da batıdaki Münih’te yaşayan bir Almanla doğudaki Dresden de yaşayan bir Almanın duygu birlikteliği iki Almanya’yı tek ve birleşik Almanya’ya taşımıştır.

Türkiye bir sığınmacı istilası ile karşı karşıyadır.

Türkiye nüfusunun 1/6’sı sığınmacı istilacıdır.

Birleşmiş milletler komiserliği oranın 1/14 olduğunu açıklıyor ama Birleşmiş Milletlerin açıkladığı Türkiye devleti göç idaresi müdürlüğünün açıkladığı resmi rakamlardır. Açıklanan resmi rakamları yaklaşık 5 ile çarptığımızda doğru sığınmacı rakamına ulaşabiliriz.

Bu durum tabii olarak Anadolu’yu kendisine Vatan olarak kabul eden Türk milletinin mensuplarını rahatsız etmektedir.

Özellikle genç, okuyan, duyarlı, geleceğini bu topraklarda planlayan insanlarımız bu emperyalist göç istila mühendisliğine karşı direnç gösteriyor.

Bir Türk milliyetçisi tutum sergiliyorlar.

14 Haziran 2022 akşamı İzmir’de Türk Milli Futbol takımı ile Litvanya Milli takımları arasında bir resmi maç vardı.

Statta tüm tribünler “Ülkemde mülteci istemiyorum” diye slogan attı.

İzmir savcılığı tüm stat seyircisinden 4 gencimizi bu sloganı attıkları için sabaha karşı evlerinden gözaltına aldı. Gençleri bir gece tutup ifadelerini alıp serbest bıraktı.

Gözaltına alınan 4 gençten adı Ahmet Çolak olan ifade verme sırasında yaşadığı ilginç olayı anlattı.

“Savcı bana nerelisin diye sordu. Ben aslen Rizeli olduğumu söyledim. Savcı “bende Samsunluyum şu anda İzmir’de yaşıyoruz. Bizde İzmir’de mülteciyiz. İzmirliler bizi istemezse ne olacak?” dedi. Bende “Sayın savcım cidden böylemi düşünüyorsunuz, aynı şey değil ki. Ben Türküm, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.” diye cevap verdim. Savcı hiç cevap vermedi. Savcının bu yaklaşımı beni şoke etti”

Bir gencimiz ile bir Cumhuriyet Savcımızın millet mensubu olmak, vatan topraklarına bakış farkı ne kadar zıt değil mi?

15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu İzmir’i işgal etti.

19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Samsun’a çıktı ve Havza ya doğru yola çıktı.

25 Mayıs 1919’da Samsun’un Havza ilçesine geldi.

Yani Yunan ordusunun İzmir’i işgalinden 10 gün sonra.

Mustafa Kemal’in yanında 18 arkadaşı vardı.

Araçla giderken tarlasını süren bir köylü görürler ve köylü ile konuşmak isterler.

Köylüye Türk vatanının işgal edildiğini, Yunan ordusunun İzmir’e girdiğini, İngilizlerin İstanbul’a, Fransızların Güneydoğuya girdiğini anlatırlarken çiftçinin şu sözü tarihe geçer.

“Paşa paşa şu tarlanın sonunda bir taş var görüyor musun, o taş benim tarlamın bittiği yerdir. Tarlamın sınırıdır. İşte benim vatanımın sınırı oraya kadardır”

Samsunlu sayın savcımızın vatan tarifine ne kadar benziyor değil mi?

Birde 1990’lı yılların sonlarında “Benim vatanımın sınırı yere serdiğim seccadenin yüzölçümü kadardır” diyen acuzeler vardı.

Maalesef onlarla beraber bu topraklarda nefes almaya çalışıyoruz.

Milletleşmek bir dip dalga olarak geliyor.

Milletleşebildiğimiz ölçüde milliyetçide olacağız.

Tabii milletleşmeyi Atatürk’ün tarifiyle en geniş bir şekliyle gerçekleştirmeliyiz.

“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk milleti denir.”

Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının dışında milyonlarca Türk var. Aynı milletiz. Emperyalistlerin yüzyıllarca uğraşmalarına rağmen bağlarımızı kopartamadığı soydaşlarımız.

Öncelikle İzmir’deki sayın savcının belki kendisi bilinçlenemez ama mutlaka çocukları Türklük bilinciyle yetişecektir. Belki kendisi ucu dışarıya bağlı tarikat evlerinde çok vatansızlık dersleri almış olabilir.

Ama çocuklarının bilgiye ulaşmasına engel olamayacak.

Tıpkı Rizeli aslan gencimiz Ahmet Çolak’ın bilgiye ulaştığı gibi.

Milliyetçilik insanın kendisine “Benim mensubiyetim var mı, varsa nedir?” sorusunu sormasıyla başlar.

Gençlerimiz soruyor, arıyor buluyor…