“Söylem ve Politika 2”nin faslına devamla şu soruyu ortaya atmak isterim: Söylemin evreni nedir? Bu suale evvel emirde “neredeyse her şey” diyerek cevap vermekten kaçınamayız; fakat (maksadı) merkezine çekmek için elbette sınır tayini zorunludur. Hatırlarsanız söylemi “laf” yani “parole”den ayırmıştık. O halde bireyden başlayıp bir gruba, cemiyet ve topluma kadar yansıyan anlamlar, imge/görüntüler, mukayese/benzetmeler ve tüm bunlara dair öykülemeleri “söylem” kapsamında değerlendireceğiz. Haddizatında saydığımız kavramları politika teriminin düzleminde işlemek de esas hedefimiz. Tüm bu umdelerin arasından çıkarılan analiz ise işin mihenk noktasını oluşturmaktadır. Söylem, öyle ya da böyle paylaşılır ve anlamı kapatılarak, sorumsuz ilan edilir. Yani söylem sorgulanmaz bir yapı hüviyeti taşımaktadır. O hüviyetin yazılımı ideoloji ve dinde, işletim sistemi iktidarda, iktidarın söylem uzayı da politikadadır.

Söylemin ideoloji/din ile oluşturduğu alan mutlak politize edilmiş alandır. Politiklik, şayet politik iktidar olmanın pratize edilmesi ise (ki öyledir) IŞİD tarafından Musul’un Karakoyunlu Türkmen köyünde katledilen Şii Türkmenlerin tragedyası yahut Nusayri rejiminin yaptıkları, bu perspektifte anlattıklarımızla doğrudan bağlıdır. Demokrasi, özgürlük; muhafazakârlık veya fundamentalist anlam haritalarının önemi ve hayatiyeti, işte bu anlamları sorgulanamayan yapı/söylem evreninin bizi yaşatması/öldürmesi ile iç içedir.

Söylem önünde sonunda toplumsal eyleme yöneliktir ve bu eylemsel yönelimle bağlamın (ideoloji/din) içinde merkeze yerleşmiş durumdadır. Söylem sürekli inşa edilir; çünkü iktidar, söylemin politik olduğunu bilir ve en zinde yapı halinde kitleleri mobilize etmek ister. Söylemin bağlam içre gömülü olduğuna dair bir örnek ver, derseniz; size “nas” örneğini vermek isterdim. Faiz politikalarının durumu (yani eylem yönelimi) ile iktidarın yaratmak istediği Türkiye hikayesinde kurulan korelasyon, söylem alanının en çarpıcı örneğidir. Bu işin ardında bir din algısı, inanç ve onun söylem yönelimli eylemsel sonuçlarını iktidar 85 milyona bugün dâhil nasıl tecrübe ettiriyorsa verdiğimiz örnek o kadar sağlamdır ve konuya nokta atışıdır. İktidarca sürekli tekrar edilen, yinelenen söylem, bir vetirede yapısal hale gelir ve iktidarın/hegemonyanın/liderin buyurduğu ahkâmın zemini üç aşağı beş yukarı hazır edilmiş olunur. Artık kitleler farkında olsun olmasın hazırdır ve söylemi inşa edenler kitlelerdir. Faizin haram olduğuna inanan “zikir ehli” Yahyalılı Mustafa için “nas” doğrudur ve bilinçte bu sabitlenmiştir.

Söylem, iktidarın elinde kitleleri güdümleme vasıtasıdır. Bununla birlikte iktidar söylemi, onan inanan ve o söylemi iktidardan daha öteye taşıyan kitlelerin aynı zamanda konfor alanıdır. Kimi sosyal yapılarda bu uyum neredeyse mükemmelleşir; çünkü aynı zamanda söylemin yarattığı yaşam sahası ve bir “öteki” düşman ilan edilmiş karşı hegemonyal kitle vardır. Söylemin diskuru neyse, onu bağlamından kopartmayacak anlam pratikleri hep tekrar eder. Örneğin bir şirkette çalışanların watsap grubunda kandil kutlamaları, kutlu doğum haftası mesajları art arda dizilirken bir Atatürk resmini paylaşmayı gerekli görmez. Diğerinde ise kandil kutlamaları değil; 19 Mayıs, 29 Ekim tebriki revaçta olabilecektir. Şu görülür ki egemen/iktidar söylemin birleştirici olmak gibi niyet taşıması istenmez ya da beklenmez; sadece kontrol edilen kitlenin safları sıkılaştırması gereklidir. X iktidar partisinde olmak veya Y belediyesinde çalışmak demek, politik gücün lokalizasyonuna göre söylem konforunu otomatlaştırır, saflar sıkılaşır ve kişi ona göre biçimlenir; çünkü iktidar her yerdedir ve birey silip atılacaktır.

Söylem şiddet haliyle (Madımak), mağduriyet haliyle (28 Şubat), etno-merkezci terörle (PKK), Cumhuriyet rejimiyle, Ak Parti iktidarıyla, Ülkücü Hareket ile gey-trans gruplara bakışla… Hâsılı kelam din, ideoloji, kültür, ekonomi ile toplumsal kılcal damarlara akar ve seyyaliyetini devamlı kılar. Söylem ölmez; sığınmacı sorununda uzuvlaşır. Hegemon ve karşı-hegemon, iktidar ölmemek için söylemi öldüremez ve kitleleri nesneleştirerek binayı inşaya devam eder.   

Bize (yani Türkiye’ye) dönük bakışta söylem, bilinçli bireyler istememektedir. Bizim (ahlaken, irfanen ve diyalektik bilgi-sizliği-miz) ile türetilen iktidarlar için birey ve özgürleşme tehlikelidir. Cemaatler kardeş, partizanlar yoldaş, Kemalistler Beyaz Türk olarak kurtarılmış (iktidar) alanlarından birbirlerine taş attığı sürece söylem yolunda aş’dir. Söylemin politik olması burada yatar; çünkü bir kişinin (öznenin yorum bilgisi) değil, artalanın yarattığı matrix ile bilinçaltına işlenen çağırmalar söylemin kitleselliğini oluşturmaktadır. Cami varsa ümmet olacaktır yahut ümmet varsa cami olmak zorundadır. Söylemin paradigması mekânları kapsar, kıyafetlere hükmeder, cinsiyeti belirler ve bir ritüele göre de sizi toprağa gömer.

İşte… Söylemlerle inşa ettiğimiz Türkiye karşımızdadır. Sizce nasıl bir Türkiye? Mutmain, mesut veya ümitvar iseniz sorun yoktur. Ben ise var olan yapıların (anlam kodlarının) yapı-söküm ile parçalanarak yeniden anlamlandırılması tarafındayım. Bunu şöyle ifade etmeliyim: bugün sosyal ve kültürel manada anlam sığlaşmalarının çözümüne ihtiyaç duymaktayız. Çözüm için ise doğru sorulara ihtiyacımız var: 1-İktidar/güç kimdir ve ne söylemektedir? Ümmetçilik, yeni Osmanlıcılık, Milliyetçilik… 2- Bugün baskın olan söylemin dayandığı esas otorite nedir? Tanrı, Cumhuriyet, Demokrasi/sandık. 3- Pekâlâ, bunları dinleyen kimlerdir? Eğitimliler, Cahiller, Muhafazakârlar, Sekülerler. 4- İktidar söylemi tam olarak neyi başarmak istemektedir? Batı’ya dönük refah toplumu, Ortadoğu ile ümmetçilik, Avrasya bağlamında köprü ülke stratejisi… Toplumsal, politik, coğrafi ve kültürel açmazlara bir çözümle getirmek istiyor isek bu sorular cesurca sorulmalı ve cevapları samimiyetle verilmelidir. Samimiyet ise ideolojik zincirleşme, politik angaje oluş ve aykırı olanı sövgülemek değil; aklı, bilimi, yetkin analizi alana davet etmektir.

Söylem analizleri metin içre, yazınsal bir konu değildir. Özellikle iktidar söyleminin incelenmesi Türk toplumunun belirli yoğunluğunu temsil edenlerin kültürü, sembol değerleri ve hegemonik ilişkileri anlaşılamadan başarı sağlamaz. Bugün siyasal iktidar semantik anlamda, söz dizinselliğinde ve simgesel yararlanmada üstündür. Üstünlüğü nitelikte değil; dilin toplumsal alanında, iktidara sağladığı avantajda görmek gerekir. Örn: Cumhurbaşkanımız Kur’andan ayet okur ve vefat eden birinin ardından “Allah rahmet eylesin” der. Cumhurbaşkanının ağzından “ışıklar içinde uyusun” cümlesini kimse hatırlamayacaktır. Ak Parti için iktidar “umarız” ile değil, “inşallah” ile gelen bir takdiri ilahidir. İşte kullanılan bu dil, kitlenin büyük çoğunluğunda sorgulanmadan takdir görmüş müdür?

Sosyal politik algı Türk seçmeninde böyle çalışır ki “Millet İttifakı”nın sanırım anlayamadığı konu da bu olmuştur. Türkiye sosyolojisinin dilini sağlıklı analiz etselerdi bu radde başarısız olmayabilirlerdi… Analiz edemediler, alt metinleri okuyamadılar ve siyaseten başaramadılar. Konunun önemi ise demokrasilerde muhalefetin sağlam ve uyanık, memleket insanını tanır olmaklığının hayati olduğunu düşünmemizden ileri gelir.

Biz biliyoruz ki Türkiye’de politik metinlerden çok, arkasındaki esas niyetin ne olduğunun anlaşılması daha önemlidir. 1. ve 2. yazımda kullandığım hiçbir örneği bu açıdan genellemek de doğru değildir. Böyle olmakla birlikte söylem-iktidar ilişkisinin ortaya çıkarılması eleştirel bir yaklaşımı gerektirir; çünkü konuya politik yaklaştığımız açıktır. İktidar/güç ilişkisine ve bugün tüm iktidarların mütemmim cüzü olan ekonomik yapıya ideolojik ve göstergebilimsel noktalarda değinmeden kritik getiremeyiz.  

TANRI TÜRK’Ü KORUSUN!