Slavlar tarih sahnesine çıktıkları 6. yüzyıldan itibaren iki devletin egemenliğinde yaşadılar. En batıdaki kabileler Avarların, Balkanlardakiler ise Tuna Bulgar Hanlığının himayesindeydi. Bu devletlerin ordularında ve bürokratik kademelerinde görev alan Slavlar devlet kavramını, yapısını ve işleyişini, Türklerden öğrendiler. Bulgarlar, çok kalabalık olan Slavlarla beraber yaşamanın neticesi olarak, önce Slavca konuşmaya başladılar, ardından Hristiyanlığı kabul ettiler. Zamanla Slavlaştılar. Aslı Türk olan Tuna Bulgar Hanlığına, ilk uzun ömürlü Slav devletidir, denilebilir. Önceki asırlarda, Hun ve Avar’ları kuran Türk halklarından bazıları, bugünkü Macaristan ile Batı Romanya’ya yerleşerek ilk Macar Krallığını kurdu. Aynı tarihlerde, bugünkü Romanya, Moldova ve Güney Batı Ukrayna’da Kıpçak prensi 1. Basarap tarafından Eflak Hanlığı kuruldu. Böylece Slavların arasına, Slav olmayan devletler girdi. Slavlar arasındaki coğrafi bağ koptu.

Macar ve Eflak devletlerinin doğusunda kalan ve ileride Rus, Ukraynalı ve Beyaz Rus adlarını alacak halklara Doğu Slavları, güneyinde kalan ve daha sonra Sırp, Karadağlı, Bulgar (Aslen, yerli halklarla karışan Bulgar Türkleridir.), Hırvat, Sloven ve Makedon (Makedon tabiri aslında yanlıştır. Makedonya’da yaşayan Bulgarlara Makedon deniliyor.) adlarını alacak halklara Güney Slavları, batısında kalan ve ileride Polonyalı, Çek, Slovak, Morovyalı, Sorb ve Macar (aslen, yerli halklarla karışan Hun Türkleridir, sonradan Slavlaşmışlardır. Son dönemde önce aydınlarda, ardından halk katmanlarında milli uyanış başladı. Gün geçtikçe daha çok Macar, Slav değil Türk olduğunu ifade ediyor.) adlarını alacak olan halklara Batı Slavları dendi.

Slavlar 250 milyon nüfusa sahipler. Bu nüfusun 165 milyonu doğu, 60 milyonu batı ve 25 milyonu güney Slav’ı. Slavların 175 milyonu Ortodoks, 70 milyonu Katolik ve 5 milyonu Protestan. Slav devletlerinin hakim olduğu coğrafyanın bir ucu Pasifik okyanusunda, öbür ucu Orta Avrupa’da. Kuzey Denizinden Meriç’e, Azerbaycan’a, Adriyatik Deniz’ine kadar olan 19 Milyon kilometre kareden geniş topraklar, Slav coğrafyası.

Slavların birbirlerinden farklılaşması, coğrafi bütünlüklerini kaybetmeleriyle başladı. Slav topluluklarının arasına Kıpçakların ve Romenlerin girmesi iletişimlerini ve doğal olarak etkileşimlerini bitirdi. Her Slav topluluğu yakınındaki topluluklarla iletişim ve etkileşim içinde oldu. Doğal olarak onlarla benzeşti. Mesela Sorblar tamamen Almanlaştı. Morovyalılar, Çek ve Alman kültürü içinde eridi. Doğu Slavları, (Ruslar, Ukraynalılar ve Beyaz Ruslar) Orta Çağ Bizans alfabesinden esinlenerek kendilerine özgü olan Kiril alfabesini meydana getirirken, Katolik Slavlar Latin alfabesini kabul etti.

Ortodoksluğu benimseyen Güney Slavları da (Sırplar, Karadağlılar, Bulgarlar ve Makedonyalılar) Kiril alfabesini kullandı. Farklılıklar, ayrılıkları derinleştirdi. Alfabe farklılığının ve başka uluslarla yoğun etkileşimin diğer bir sonucu da dilin farklılaşması oldu. Slavcadan ondan fazla lisan doğdu. Mesela Rusçada 4000’den fazla Türkçe kelime varken Çekçede Almanca, Slovencede İtalyanca kelimeler var. Bin yıl kadar süren sürecin sonucunda diller o kadar farklılaştı ki Batı Slavları artık Doğu Slavlarını anlayamıyor. Şiveler zaman içinde ayrı dil hâline dönüştü.

Aynı coğrafyada yaşayan Slav kabileleri, yerleşik hayata geçtikçe ve şehirleştikçe aynı dili konuşan, aynı mezhebe inanan daha büyük topluluklar oluşturdular. Çek, Polonyalı gibi isimler verilen bu topluluklara olan bağlılık duygusu, zaman içinde kabile mensubiyetinin ve Slavlığın önüne geçti. Hatta insanlar, mensubu oldukları kabileyi ve Slav olduklarını unuttular veya görmezden geldiler. Böylece Slav milletinin yerine Çek, Slovak, Morovyalı, Polonyalı, Hırvat, Sloven, Sırp, Rus, Beyaz Rus ve Ukraynalı gibi milletler oluştu. Bugünkü Bulgaristan’la Macaristan’da yaşayan Slav kabilelerinin, Türk topluluklarıyla karışması neticesinde Bulgar ve Macar milletleri meydana geldi.

Slavların birbirine düşman hâle gelmelerinin en ehemmiyetli nedenlerinden biri mezhep farklılığıdır. Polonyalılarla, Ruslar sadece iki farklı mezhebi seçmediler, o mezhepleri siyasallaştırıp müdafiliğini yaptılar. Üç yüz yıl boyunca, birbirleriyle sonuçsuz savaşlar yaptılar. İki tarafında düşman ülkenin başkentini ele geçirdiği, topraklarının genelini işgal ettiği geçici zafer dönemleri oldu. İki tarafta kazanmaları mümkün olmayan muharebeler zincirinde hem birbirlerini hem de kendilerini tükettiler. Bugün Polonyalılara sorulduğunda en tehlikeli düşman Ruslardır. Rusların çoğu açısından da Polonyalılardır.

Slavlar birbirine düşman devletlerin vatandaşı olduklarından uzun yüz yıllar birbirleriyle savaştılar. Savaşlar, karşılıklı düşmanlığı artırdı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda en kalabalık halklar sırasıyla Slavlar, Almanlar, Macarlar ve İtalyanlardı. Avusturya ordusunda doğal olarak çok sayıda Çek, Slovak, Morovyalı, Sloven, Hırvat, Polonyalı ve Ukraynalı vardı. Rus ordusunda da Rusların yanında, Ukraynalılarla Beyaz Ruslar vardı. Dolayısıyla, Polonya’yla Rusya arasındaki savaşların yanında, Avusturya-Rusya ve Prusya-Rusya arasındaki harpler de Slav savaşlarıdır. Bahse konu edilen muharebeler, genelde Almanya ya da Avusturya’da değil Slav topraklarında meydana geldiğinden, Slav halklarını derinden etkiledi. Slav halklarını birbirlerine düşmanlaştırdı. Birinci ve İkinci Cihan Harplerinde, elli milyondan fazla Slav öldü.

Slavların birbirleriyle düşmanlaşmasının bir başka nedeni, Rusya’nın hem Çarlık hem de SSCB dönemlerindeki buyurgan ve mütehakkim tutumudur. Çarlık rejiminin genel felsefesi, Çar’ın tüm Ortodokslarla, Slavların kutsal lideri olduğudur. Herkes itaat etmekle mükelleftir. Rus sistemi halkı ezen bir sistemdi, toprak köleliğine dayanıyordu. Köylüler, üzerinde yaşadıkları ve işledikleri arazilerle beraber alınıp satılabiliyordu. Köylünün yaşadığı köyü terk etmesi yasaktı. Köylülerle, sıradan insanlar eğitim alamazdı. Ruslar içselleştirdiğinden serf sistemi ancak 1874 senesinde kaldırıldı.

Rus Çarlığı, kaldırdığı tarihe kadar, ele geçirdiği coğrafyalarda serf sistemini tatbik etmeye çalıştı.  Bu sistem Rus olmayan halklarda tepki çekiyor, Rus aleyhtarlığına yol açıyordu. Sovyetler Birliği’yse, komünist rejimle yani kamunun her şeye sahip olduğu kolektif sistemle yönetiliyordu. Kaynaklar savunma sanayine ve uzay çalışmalarına aktarıldığından halklar fakirdi, hürriyet zaten yoktu. SSCB, Doğu Avrupa ve Balkanlarda işgalciydi. Komünist sistemi zorla uyguluyordu. Doğal olarak, işgal edilen ülkelerin halkları, komünizmle özdeşleştirdiği Ruslardan nefret etti.

1991 yılına kadar Slav halklarının tamamı SSCB içindeydi. SSCB dağılınca Sırbistan dışındaki Slav devletleri yönlerini Batıya döndüler. Avrupa’yla bütünleşmeyi hedeflediler. AB’ye katıldılar. NATO üyesi oldular. Neden NATO üyesi oldular? Rusya’dan korktukları için. Ukrayna’nın da tercihi aynıydı. Fakat coğrafyasının Rusya ile iç içe olması ve halkının %30 kadarının Rus kökenli olması dezavantajıydı. İki yılı aşkın süredir devam eden savaş Ukraynalıları da Ruslardan ebediyen kopardı hatta düşmanlaştırdı. Bugün Beyaz Rus halkına da sorulsa, ezici çoğunluk Batıyla bütünleşmeyi tercih eder. Zira Rusya ile beraber olmak aynı zamanda zulüm altında yaşamak anlamına geliyor. Sırbistan’da da her geçen gün Avrupa’yla bütünleşmek isteyen damar güçleniyor. Hülasa gelişmeler Slav milletini ortadan kaldırdı. Slavlardan birbirlerine düşmanlık eden ondan çok millet vücuda geldi.