
Ertuğrul Türkoğlu
Kurban’ın Gerçek Nedeni
Kurban kavramı Hz. Ademden beri var. Kutsal kitaplara göre Habil ve Kabil Allah’a kurban takdim ederler. Habil hayvan yetiştirmektedir, hayvan takdim eder. Kabil çiftçidir, mahsul sunar. Hikaye, mahsulü kabul edilmeyen Kabil’in kıskandığı Habil’i öldürmesiyle biter. Arkeoloji ve tarih çalışmaları da ‘’kurban etme’’ eyleminin insanlık tarihi kadar eski olduğunu teyit ediyor.
Gelin görün ki insanlar her şey gibi kurbanı da dejenere ederler. Çok arzulanan istekler için insan kurban edilmeye başlanır. Deprem, sel, yanardağ patlaması yani her türlü doğal afetten korunmak, savaşları kazanmak, hasadın bol olması gibi nedenlerle insan kurban edilmeye başlanır. Çok ilginçtir bu adet hızla yayılır. Normalleşerek rutin bir davranışa dönüşür. Öyle ki bazı ülkelerde kurbanlık köle yani insan pazarları kurulmaya başlanır. Bu zulüm birbiriyle yakından uzaktan ilgisi olmayan medeniyetlerde farklı tezahürlerde de olsa görülür. Bazı toplumlarda genç, güzel ve bakire kızlar kurban edilir. Bazılarında genç, gürbüz ve kuvvetli erkekler en iyi kurbanlardır.
Kendi evlatlarını kurban eden toplumlar olduğu gibi savaşta elde edilen esirleri kurban etmek için muhafaza edenlerde vardır. Hatta bazı kültürlerde kurban avına çıkılmakta, başka toplumlara mensup evsafa uygun insanlar ele geçirilerek kurban edilmekteydi.
Kastlara bölünmüş toplumlarda kurban sadece bazı kastlardan olabiliyordu. ‘’Kurbanın kabul edilmesi için değerli olması gerekir. Bu nedenle kurban en üst kastlara mensup insanlardan oluyordur’’ diye düşündüyseniz yanıldınız. Çok iyi niyetlisiniz. Kurbanlar alt sınıflardan seçilirdi. Ama kurban edilen öldürüldükten sonra ilahi nitelik kazanırdı. Bazı medeniyetlerde melek, bazılarında evliya bazılarında yarı tanrı-tanrıça kabul edilirlerdi.
Kurban yetiştirme adeti olan toplumlar vardı. İnsanlar bebekken ya da çocukken yani günahsızken kurban olarak adanırlar, mabetlere yerleştirilirler ve kurban edilecekleri vakti ibadet ederek beklerlerdi. Bu bekleyiş bazen yıllar bazen on yıllar sürerdi. Kurban olarak yetiştirilenler genelde kızlardı. Hristiyanlıktaki rahibe figürünün bu pagan geleneğinin devamı olduğunu iddia eden tarihçiler var.
Dejenere edilen kurban anlayışı toplumları tüketiyordu. Acıma, merhamet, adalet, hayatın dokunulmazlığı ve yaşam hakkı gibi değerleri zayıflatıyordu. Aile kavramının oluşmasını engelliyor, toplumları birbirlerine düşürüyordu. Maddi ve bilimsel gelişmelere rağmen insanlar manevi olarak medenileşmiyor, vahşet sürüp gidiyordu.
Kurban anlayışı olmasına rağmen insan kurban etme adetinin olmadığı ender milletlerden biri Türklerdir. Türkler ne kendi evlatlarını ne de esirleri ne erkekleri ne de kadınları ne gençleri ne de yaşlıları kurban etmezlerdi. İlginçtir Türklerde kurban edilecek hayvana hayatını sürdürme şansı tanınırdı. Hayvan serbest bırakılır belirli bir süre, belirli bir mesafe uzaklaşması beklenir sonra sadece kurbanı adayan kişi tarafından oklanırdı. Hızlı hareket ederse kaçıp kurtulur, yaşamını sürdürdü.
İduk denilen kurban daha da ilginçtir. Türkler Allaha yaklaşmak için adadıkları bir hayvanı damgalayıp serbest bırakırlardı. Damgasından Allaha adandığı belli olan bu hayvanı kimse sahiplenemez ve çalıştıramazdı.
Milattan Önceki dönemde, evlat kurban etme o kadar normalleşmiş ve meşrulaşmıştı ki bir peygamber yani Hazreti İbrahim Allah’a erkek çocuğu olması halinde kurban edeceğini vaat eder. İsmail büyüdüğünde vaadini hatırlatan bir rüya görerek oğlunu kurban etmek için harekete geçer. İsmail’i kurban edeceği sırada kendisine bir koç takdim edilerek, İsmail’in yerine koçu kurban etmesi emredilir.
Böylece Cenabı Allah insanın insan kurban etme anlayışına ve uygulamasına, kalpleri katılaştıran bu zulme savaş açtı. Bu olaydan sonra yüzlerce yıl süren bir periyotta, bu mesajın ulaştığı toplumlarda o toplum Allah’a iman etmemiş bile olsa insan kurban etme adeti ortadan kalktı. Adeta insan kurban etmemek medenileşmenin, insan kurban etmek vahşetin bir göstergesine dönüştü. Adalet ve insan hakları gibi kavramlar genel kabul gördü. İnsanın insanı hiçbir suçu yokken adadığı için kesebildiği bir toplumda adaletten, devlet otoritesinden, insan haklarından bahsedilebilir mi? Aile işlevini yerine getirebilir mi?
Mesajın ulaşmadığı Amerika kıtasında ve Afrika’nın derinliklerinde insan kurban etme geleneği aynen sürdü. Amerika’ya giden ilk maceraperestlerin en çok yadırgadığı gelenek insanların kurban edildiği törenleridir.
Hristiyanlıkta kurban anlayışı yoktur. Enteresandır Yahudilerde aşağı yukarı Hristiyanlığın doğduğu tarihlerde kurban adedini terk ederler. Büyük tapınağın Roma tarafından yıkılması ve Yahudilerin vatanlarından sürülmeleri bu terk edişin nedeni olarak gösterilir.
İnsanlar yine dejenere olmuşlar ve kurban merasimleri farklı bir formatta yeniden başlatılmıştır. Artık törenler tapınaklarda değil stadyumlarda düzenlenmektedir. Amaç eğlenmektir. Sadece eğlenmek. On binlerce insan stadyumlarda masum insanların vahşi ve güçlü hayvanların önüne atılmalarını, ölmemek için mücadele etmelerini, ölmelerini ve parçalanmalarını tezahürat yaparak, alkışlayarak ve kendilerinden geçerek seyreder. Roma’da kurbanlar önce çoğu Hristiyan olmak üzere Roma’nın akredite ettiği dinlerden birine mensup olmayanlardır. Roma Hristiyan olduktan sonra paganlar, paganlık ortadan kalkmaya yüz tutunca sapkın mezheplere mensup olan Hristiyanlar kurban edilir.
Hz. Peygamberle birlikte kurbanın sürekli yapılan bir ibadet olarak tanımlanması, ilaveten en önemli ibadetlerden olan Haccın bir rüknü haline getirilmesi insanların yeniden hizaya çekilmesidir. Hz. İbrahim dönemindeki insan kurban edilmesi ritüelinin hatırlatılmasıdır. İslam’ın yayılmasıyla birlikte insanların eğlenmek için, vahşi hayvanların önüne atılarak suçsuz yere infaz edilmesi uygulaması da son bulur.
Bakalım bilebilecek misiniz, eğlenmek için insan öldürmeyen millet hangisidir?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.