İngiltere’de hükümet üyesi ve milletvekili olan 57 siyasetçi İngiliz başbakanına güvenlerini yitirdikleri için istifa ettiler.

Böyle bir şey Türkiye’de olabilir mi?

Yani Türkiye Cumhurbaşkanı üst üste hatalar yapsa bakanlarından veya milletvekillerinden güvensizlik istifası gelir mi?

Bırakalım hükümeti acaba bir muhalefet partisinde böyle bir davranış görebilir miyiz?

Yani sürekli seçim kaybeden, sürekli hata yapan muhalefet partisi başkanına karşı genel başkan yardımcıları veya milletvekillerinin güvensizlik istifası verilebileceğini düşünebilir miyiz?

Şahit olmadık, duymadık ve düşünemeyiz bile.

İngiltere ile ayrıldığımız nokta buralarda başlıyor.

Aslında ayrışma çok eskilere dayanıyor.

Toplumsal hakların savunuculuğu ve mücadelesi 1000’li yıllarda Kuzey İtalya ve İsviçre köylülerinin komünal yaşama denemeleriyle başlandığı ama iki yüz yıl sadece davranışsalda kaldığı iktisat tarihçileri tarafından yazılır söylenir.

Dünyadaki ilk demokrasi belgesinin İngiltere’de kralın vergi salma kararı alırken bir kurula danışmasını içeren “Magna Carta” kararıdır ve İngiltere’de 1250 yılında alınmıştır.

Türkiye’de ilk demokrasi girişimi 1876 da ilk anayasa kabul edilen “Kanun-i esasiye” ile başlamış, milletvekilleri seçilmiş, meclis kurulmuş ama 1 yıl sonra zamanın padişahı Abdülhamit tarafından kapatılmış ve taa 1908’de yani 32 sene sonra tekrar açılmıştı.

Yani bizde demokrasi girişimi İngiltere’den 626 yıl sonra başlamıştı.

Tarihin bu arasında Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Ankara’da Türkiye Cumhuriyeti meclisi kurulmuş ve o kurucu meclis Atatürk önderliğinde istiklal savaşımızı yönetmişti.

Şimdiki zamanda durumumuz nedir?

İngiltere’de milletvekili seçimleri “Dar bölge” sistemi ile yapılır.

İngiltere’nin tamamı toplam milletvekili sayısına göre, her bölge bir milletvekili seçilecek şekilde seçim bölgeleri olarak tayin edilir.

Yani her mahallenin veya 2 mahallenin 1 milletvekili vardır.

Mahalleli seçilen veya seçilemeyen milletvekilini tanır. Muhtar seçecek gibi yani.

Dolayısı ile İngiltere’de genel başkanın çantasını taşıyan, özel hizmetlerini yapan, seyahat harcamalarını karşılayan milletvekili pek olmaz.

Çünkü bir bölgeden bir milletvekili seçileceğinden, aday mutlaka nitelikli, liyakatli, kişilikli, mahalle tarafından tanınan, sevilen, sayılan bir kişilik olması gerekmektedir.

Mahalleli kişinin kendilerine değil genel başkana özel hizmet yapacağını bilse o adayı seçmez.

İngiltere’de siyasetçiler bu anlamda özgürdür. Kurşun asker değildir.

Öyle olunca da doğru bildiklerini yaparlar.

Aldıkları kararlar, getirdikleri öneriler, çalışmaları halka dönük olduğu için İngiliz halkı kişi başı yıllık 60 bin dolarla yaşar, güvenlik kaygısı çekmez, devletine güvenir.

Türkiye’de (İstanbul’da) 36 milletvekili çıkaran seçim bölgeleri var. Ankara’da 16, Bursa’da 12.

İngiltere’de her bölge 1 milletvekili çıkartır.

Türkiye’de metropollerde seçilen milletvekillerini halk tanımaz (Halka tanıması için muhtar yeterli görülmüştür)

Parti genel başkanları oturur kalemi eline alır neredeyse tüm yandaşlarını, özel hizmet edenlerini, para bağışlayanlarını, kullanabileceğini düşündüklerini içeren bir milletvekili aday listesini seçim kuruluna verir.

Tabii bir kısmı seçilir.

Seçilenler halka karşı sorumluluk hissetmez çünkü aday gösterilmelerinde seçilmelerinde halkın hiçbir dahli yoktur.

Dolayısı ile seçilen milletvekilinin hayatının merkezinde halk hiç olmazken milletvekilinin hayatının merkezinde daima onu seçen genel başkanı vardır.

Davranışlarını, önerilerini, çalışmalarını hep patronu olan genel başkanının menfaatlerine göre organize eder.

Halk umurunda bile değildir.

Çünkü onu halk aday yapmamıştır, halkın başka seçeneği olmadığı için o seçilmiştir.

Türkiye’de ne İktidarda ne muhalefette yaşadığımız zamanlardaki sistemde dirayetli siyasetçi tipi göremeyeceğiz.

Bazen bazı çıkıntılar çıkıyor, ama onları siyaset sahnesinde bir daha göremiyoruz.

Türkiye’deki siyasal sistemde her parti bir şirket gibi.

İktidardan geçtik, muhalefet partilerinden de bir demokrasi söylemi çıkmıyor.

Ne olduğu belli olmayan, tarifi yapılmayan flu bir “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” den söz ediliyor.

Ediliyor da oligarşik sistemin, seçim sisteminin çoğulculuğa dönüştürüleceğini kimse vadetmiyor.

Hiçbir siyasetçi milletvekili listesini yandaşlarıyla doldurma lüksünden vaz geçemiyor.

Ülkeyi yönetecek kadro siyasi parti genel başkanlarının yancıları, kullandıkları insanlardan oluşunca da bir kalitesizlik, bir diktatöryal yönetim sarmalına düşmüş oluyoruz.

Birinin gidip diğerinin yönetime gelmesi kötü sonucu değiştirmiyor.

Ucube olan durum Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteminin savunucusu İYİ Parti’nin bir milletvekilinin halası parti genel başkanı.

Ak Parti’de daha da sulanmış durum neredeyse şoförlerini milletvekili yapacaklar.

Türkiye’nin metropollerinde yaşayan halkın çok büyük çoğunluğu kendisi adına para ve borçlanma yetkisi verdiği milletvekillerini tanımıyor hatta isimlerini bile bilmiyor.

Toplum olarak demokrasiyi istemeliyiz.

Çünkü insanların zenginleşmek, daha mutlu ve daha özgür yaşamaları için bulabildikleri son ve en iyi yönetim şekli demokrasidir.

Tabii uygarlıklar itirazcıların omuzunda yükselir.

İnsanlık mutlaka daha iyisini bulacaktır.

Ama bulunmuş denenmiş, başarılı olmuş daha iyisi de halen bulunamamış yönetim şeklini yaşadığımız coğrafyada hâkim kılmamak;

Herhalde çağın ahmaklığı olarak değerlendirilmelidir.

İkide bir toplumun karşısına kurtarıcı gibi çıkan naylon Süpermenleri toplumun özgürlüğü, zenginliği, güvenliği, sağlığı için demokrasi vaatleri var mı? diye incelemek lazım….