Arapların birleşememesinin başlıca nedenlerinden biri, Mısırlı siyasetçilerin, taşıdıkları ağabey psikolojisi münasebetiyle, mütehakkim davranmasıydı. Arap modernleşmesinin Mısır da başlaması, en kalabalık Arap ülkesi olması, ordusunun gücü, Ezher Üniversitesi gibi faktörler, ağabey psikolojisinin oluşmasında etkili oldu. Arap kültüründe, sanatında ve musikisinde Mısır’ın büyük ağırlığı var. Şeklen Osmanlı’ya bağlı olsa da Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın idareyi ele aldığı 1800’lerin başından itibaren, bağımsız hareket edebilmesi bir diğer faktör. Ayrıca Mısır, öteki Arap ülkelerinde petrol bulunarak, işletilmeye başlanana kadar, bereketli Nil vadisi, Süveyş Kanalı ve Akdeniz limanları gibi avantajları sayesinde en zengin Arap memleketiydi. Mısır bu faktörlerin etkisiyle, sadece Mısırlıların gözünde değil, bütün Arapların gözünde ağabeydi.

Süveyş Kanalı’nı millîleştirmesi ve buna direnen İsrail, İngiltere ve Fransa’yı alt etmesi, Nasır’ı bütün Arapların kahramanı ve doğal lideri yaptı. Bu gelişme, paradoksal olarak, ülke yönetimlerinin Mısır’dan çekinmesine yol açtı. Mısır, Suriye ve Yemen’in, Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurması, Arapların birleşilmesi adına atılmış stratejik bir adımdı fakat Nasır’ın yanlış siyaseti yüzünden sadece üç sene sürdü. Kaldı ki Irak’taki darbeciler, Ürdün ile Lübnan’daki güçlü odaklar da birliğe katılmak istiyordu. (O yıllarda ABD Lübnan’ı, İngiltere Ürdün’ü işgal ederek, Nasırcıların darbe yaparak bahse konu edilen ülkeleri, Birleşik Cumhuriyet’e dâhil etmesini engellediler.) İsrail’le yapılan 1967 Savaşı kaybedilince Nasır önce etkisini kaybetti sonra öldü. Birleşme mevzuu gündemden düştü.

       Türk Dünyası’nda, diğer ülkelerden daha kalabalık, kalkınmış ve güçlü olan Türkiye çok dikkatli hareket etmeli. Eşitlik, eşit haklar, devletlerin birbirlerinin iç işlerine karışmaması, devletlerin aralarındaki sorunları masada çözmesi anlayışı temel prensipler olmalı. Türkiye’nin mütehakkim davranışlara yönelmesi hâlinde Türk birliği büyük yara alır. Yıllarca Rus tahakkümü altında yaşamış olan Türk cumhuriyetleri, çok hassas olduğundan, özel dikkat ve özen gösterilmeli.

Örneğin Kazakistan’ın kurucu cumhurbaşkanı Nazarbayev’in, Türk Devletler Teşkilatı’nın Onursal Başkanı olması, öbür uluslararası kurumlarda dönüşümlü başkanlık ve genel sekreterlik yönteminin kabul edilmesi çok doğru kararlar. Bu adımları, Kazakistan’daki tüm görevlerini bırakan Nazarbayev’in TDT’nin onursal değil fiili başkanlığı takip etmeli. Arapların birliği fikri Nasır’a ve Nasır’ın karizmasına bağlıydı. Türk Birliği fikrinin, şahıslar üzerinden değil, kurumlar vasıtasıyla yürümesi, başarılı olma şansını maksimize ediyor.

       Arap âleminin çökmesinde, İran’la Suudi Arabistan’ın mezhep propagandası çok etkili oldu. İran propagandası başlamadan önce de, Arap âlemindeki Şiilerin önemli kısmının birincil kimliği Şiilikti. Yani Araplar önce Şii sonra Arap’tılar. İran’ın propagandaları, Arap toplumunu onarılamaz şekilde böldü. Yemen’deki Zeydilerin epeyi Caferi mezhebini benimsedi. Lübnan, Irak, Yemen fiilen bölündüler. Yakın gelecekte Yemen üç parçaya, Lübnan üç parçaya, Irak en az üç parçaya bölünecek. Parçalardan birer tanesi İran’ın birer tanesi Suudi Arabistan ve BAE ittifakının etkisinde olacak. Suudi Arabistan’ın ve Suudi Arabistan menşeili grupların yaptığı Selefilik propagandası da en az İran’ınki kadar yıkıcı oldu. Selefi Vehhabi görüşü benimseyen gruplar, zamanla Suudi Arabistan’ı da “küfür devleti” görecek kadar radikalleşerek, El-Kaide, IŞİD, El-Nusra gibi onlarca terörist örgüt kurdular.

Suriye, Yemen, Somali, Irak, Lübnan ve Libya’nın bölünmesinde, çökmesinde ve “başarısız devlet” konumuna düşmesinde selefi örgütlerin yaptığı tahribat etkili oldu. Vehhabilik propagandası, terörist faaliyete dönüşmese bile çok tehlikelidir. Bu düşünceyi benimseyen kişi, içinde yaşadığı toplumdan yabancılaşır. Ailesini, arkadaşlarını, akrabalarını, komşularını, kısaca çevresini, yaşadığı toplumu, küfür toplumu (Seyyid Kutub’un ifadesiyle tağut toplumu) olarak görür. Kendi halkıyla, peygamberimizin mücadele ettiği cahiliye Mekke’sini özdeşleştirir. Milletine önce yabancılaşır, ardından düşmanlaşır. Millî birlik onulmaz yara alır. El Kaide, NUSRA, IŞİD gibi terör örgütlerinin oluşmasından sonra, Suudi Arabistan’ın Vehhabilik propagandasına ayırdığı bütçeleri azaltarak, daha ılımlı politikalara yöneldiği gözlemleniyor.

       Arapların nüfus artış hızının yüksekliği ve buna bağlı olarak nüfuslarının genç olması da sıkıntı kaynağıydı. Genç işsizliğinin yüksekliği ve fakirlik radikalleşmeyi artırıyordu. Türk ülkelerinde de nüfus artış hızı, Araplar kadar olmasa da yüksek.  Fakat Arap ülkelerindeki gibi radikalleşme eğilimi yok. Bunun temel nedenlerinden biri yaklaşık 5 milyon kadar Özbek, Kırgız ve Tacik’in Rusya, Ukrayna, Kazakistan, Azerbaycan ve Türkiye’de yurt dışı işçi olarak çalışması. Rusya ile Ukrayna’nın nüfusu sürekli azaldığından, yurt dışından çalışan ihtiyacı duyuyorlar. Bu gereksinmelerini doğal olarak geçmişte kendileriyle aynı devletin vatandaşı olan ve Rusça bilen Türklerden gideriyorlar. Önümüzdeki dönemde Hazar’daki petrol ve gaz rezervlerinin devreye girmesiyle Kazakistan, Azerbaycan ve Türkmenistan zenginleşecek. Bu ülkeler, Körfez emirlikleri gibi politika takip etmiyorlar. (2022 yılı itibariyle Körfez’de yirmi milyondan fazla Arap olmayan ve basit işleri yapan yabancı çalışan var.) Kendileriyle aynı milletten olan, aynı dili konuşan komşu ve kardeş cumhuriyetlerin vatandaşlarına öncelik veriyorlar. Bu da Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan’ın ekonomik olarak rahatlamasına yol açıyor. Bazı strateji uzmanları, nüfus artışını durduracak politikalar öneriyorlar. Bu çok yanlış. Milletlerin nüfusu azalmaya başlayınca, tekrar artmasını sağlamak mümkün olmuyor. Nüfus azalmaya başladığında, yaşlanıyor ve üretkenliği hızla düşüyor.

       Arapların başlıca handikabı olan Filistin sorunu, Arapların son 80 yılını ipotek altına almış durumda. Savaşarak çözemediler. Hamas saldırana ve İsrail tarihte görülen en acımasız kıyımlardan birine başlayana kadar barışarak çözmeye çalışıyorlardı. Bu basireti İsrail kurulduğunda gösterselerdi, Arap âlemi çok farklı şekillenirdi. Bu yaklaşımı Osmanlı yıkıldığında ve Filistin’e Yahudi göçü başladığında gösterselerdi, bugün kalkınmış ve müreffeh bir Arap âlemi olabilirdi. İsrail, Arapları radikalleştirerek, Batı’dan koparan en önemli etkenlerden biridir. Türk Dünyası’nın böyle bir meselesi yok.

       Arapların devlet kurma ve millet-devlet bütünlüğü sağlama konusunda ciddi birikimleri yok, İslam’dan sonra kurdukları üç kayda değer devlet var. Emevi ve Fatimi Devletleri kısa ömürlü oldular. Abbasiler ise kurulduktan kısa süre sonra Türklerin idaresine geçti. Yani kurdukları devletler, engin birikimlerin, müşterek hafızanın ürünü değil. Devletlerin “devlet nosyonu” yok. Zaten kabileciliğin ve mezheplerin etkin hâle gelmesinin ve iç barışın sağlanamamasının en önemli sebebi de bu.