
Alparslan Türkoğlu
Türkiye Suudi Arabistan stratejik ortaklığı
Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler Demokrat Partiden önce sembolikti. Hac ibadetinin yeniden serbestçe yapılmaya başlanmasıyla birlikte ilişkiler yoğunlaştı. Soğuk savaş dünyasında iki devlette aynı bloktaydı ve gelişmelere genelde benzer yaklaşımları gösterdiler. Mısır, Irak, Yemen, Libya ve Suriye ihtilallerine karşı tavır aldılar.
İki devlet, İsrail’in tanınması, İran devrimi ve İran-Irak savaşında farklı politikalar takip etseler de bunu ikili ilişkilerine yansıtmadılar. Türkiye Kıbrıs çıkarmasında beklediği desteği görmedi. Suudi devletinin Selefi-Vehhabi propagandalarını finanse etmesinden rahatsız oldu. Türk müfredatında Arapların Türkleri arkadan vurduğu ve İngilizlerle iş birliği yaptığı, Suudi müfredatında Türklerin dinden vazgeçtiği, hilafeti ve şeriatı kaldırdığı ve Batılılaştığı işlendiğinden, toplumlar birbirleri hakkında olumsuz kanaatlere sahip oldu. Hacca giden Türklerin çok sert olan Vehhabi anlayışıyla karşılaşmaları olumsuz kanaatleri pekiştirdi.
Afganistan’ın SSCB tarafından işgali sonrasında mücahitlerin desteklenmesi iki ülkeyi yakınlaştırdı. İki devlet SSCB yıkıldıktan sonra eski Doğu bloku ülkelerinde dini alanda karşı karşıya geldiler. İki ülkenin hatta İran’ı da katarsak üç ülkenin İslam anlayışları çarpıştı. Bu mücadele resmi olarak seslendirilmese hatta kabul edilmese bile kıran kırana geçti.
Suudilerin on milyar dolarlar harcadığı mücadeleden ilk düşen Şii olduğu için en dezavantajlı durumda olan İran oldu. İran’ı, başlangıçta milyonlarca insanın Selefi olması nedeniyle çok başarılı gözüken Suudiler takip etti. Suudiler sadece yenilmediler aynı zamanda Suudileri bile yeterince Müslüman bulmayan silahlı, insan öldürmeye alışmış bir kitleyi dünyanın başına bela ettiler. Balkanlarda, Kafkasya’da, Rusya’da ve Orta Asya’da Türk İslam’ı benimsendi.
Ak Partinin ‘’sıfır sorun’’ yaklaşımının merkeze koyulduğu ilk döneminde ilişkiler özellikle ticaret, turizm ve inşaat sektörlerinde gelişti. Ak Parti bu dönemde dış politikada-Türk dünyası ile ilişkiler dışında- genel olarak çok başarılıydı ta ki Arap baharı başlayana kadar. Arap Baharı iki ülkeyi farklı uçlara savurdu. İki devletin arasında başlayan rekabet önce sertleşti sonra düşmanlığa dönüştü.
İkinci dönem olarak tanımlayabileceğimiz Arap Baharı esnasında Türkiye, devrimcileri özellikle de devrimin dinamosu olan Müslüman Kardeşleri desteklerken, Suudiler karşı cephenin lideriydi. Yani Türkiye halkların, Suudiler rejimlerin yanındaydı. Her ne kadar Mısır ve Tunus’ta iktidarlar devrilip yerlerine Müslüman Kardeşler gelince Türkiye sonuç alacak görüntüsü oluşsa da mücadelenin galibi Suudiler oldu.
ABD’nin Arap baharının aleyhine döndüğünü tespit ederek süreçten önce çekilmesi daha sonra Suudilerin liderlik ettiği bloku desteklemesi, İran ve Rusya’nın Suriye’ye müdahale etmeleri, devrim olan Libya, Yemen gibi memleketlerde düzen tesis edilememesi, Müslüman Kardeşlerin iktidara geldiği ülkelerde başarısız olmaları bu neticeyi doğurdu. Fakat Türkiye ve İran’ın seferber olarak Katar Şeyhinin devrilmesini önlemeleri ve Türkiye’nin Libya’da kurulan oyunu bozabilmesi, galibiyetin kesin bir zafere dönüşmesini engelledi.
Bölgedeki kaostan istifade eden İran’ın Şii hilalini güçlendirmesi, Suudilerin kontrol ettikleri ülkelerde düzen kurmakta başarısız olmaları, Suudi Arabistan-BAE çekişmesinin başlaması, Çin’in başta inşaat sektörü olmak üzere ekonomi alanında mesafe alması ve Türkiye’nin Avrasya blokuna yakınlaşması başta İngiltere olmak üzere Batılı devletlerin sürece müdahale ederek üçüncü dönem olarak nitelenebilecek barışma dönemini başlatmalarına yol açtı.
Türkiye ve Katar; Suudilerle, Emirlikle, Mısırla barıştırıldı. İsrail’le de barışılacaktı ki 7 Ekim saldırısı oldu. Ortadoğu yeniden çatışma ortamına sürüklendi. Bununla beraber bu gelişme beş ülke arasındaki ilişkileri olumsuz etkilemedi. Ticari ilişkiler arttı. Savunma alanında iş birliği tesis edildi. Hepsinden önemlisi bu devletler dış politikalarını belirlerken birbirlerinin hassasiyetlerini dikkate almaya başladılar.
Süreci Riyad açısından değerlendirdiğimizde, rejimlerin devrilmesini engellemekte başarılı ama uydu rejimler tesis etmekte yüz milyarlarca dolar harcamalarına rağmen başarısız olduklarını söyleyebiliriz. Çünkü orduları zayıf; silahları son teknolojinin ürünü olsa da paralı askerler savaşmıyorlar, savaşır gibi yapıyorlar. Rejimleri köhne ve çürümüş. Toplumları etkileyecek bir mesajları yok. Devlet gelenekleri yeni yeni oluşuyor.
Suudiler bu zaaflarını Mısırla ittifak kurarak gidermeye çalışsalar da netice alamadılar. Libya’da kaybettiler. Sudan’da gerilediler. Lübnan’da sıradan bir figüre dönüştüler. Yemen’de derme çatma Husiler tarafından rezil edildiler. Bu gelişmeler Suudileri askeri müdahaleleri durdurmaya, ticareti öncelemeye, kaynaklarını yüksek teknolojiye ve vizyon projelere aktarmaya sevk etti.
İşte bu noktada ABD devreye girerek Türkiye-Suudi ortaklığının tesisine öncülük etti. İki devlet birbirlerini tamamlıyor. Suudilerin kullanılmaya hazır fonları var. Karşılığını alacaklarını gördükleri yatırımları yapmaya hazırlar. Bölge de sulh ve sükun istiyorlar. İran’dan ve Şii hilalinden rahatsızlar. Rejimlerini yumuşatıyorlar.
Suudi devleti Vehhabiliğin propagandasını yapmaktan vazgeçeli yıllar oldu. Kırmızı çizgileri Suudi ailesinin hakimiyetinin tehdit edilmesi. Türkiye ile bu nedenle ters düştüler. Zira bizim için PKK neyse onlar için Müslüman Kardeşler o. Hatta daha beteri. Türkiye Müslüman Kardeşlerle ilgili politikasını değiştirdikten sonra Riyad açısından iki devlet arasında aşılamayacak sorun kalmadı.
Türkiye’de çok fark edilmedi ve istenen netice tam olarak alınamadı ama iki devlet arasında ilk iş birliği Irak’ta yapıldı. Irak seçimlerini iki devletin desteklediği hatta kurulmasına öncülük ettiği Sadr-Barzani ittifakı kazandı, İran yanlıları kaybetti. Sadr’ın ilerleyen süreçte milletvekillerini meclisten çekmesi kesin sonuç alınmasını engellese de Bağdat, artık Tahran’ın uydusu değil. Daha dengeli, Ankara ve Riyad’ı dikkate alan politikaların takip edildiği bir başkent.
Önümüzdeki dönemde başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da iki devletin hiç olmadığı kadar iş birliği yaptığını ve sonuç aldıkça iş birliğinin geliştiğini göreceğiz. Lübnan, Irak, Sudan ve Libya önem verilen diğer devletler olacak. BAE, Mısır ve Katar ittifakın diğer ortakları. Gazze daha doğrusu HAMAS ittifakın en büyük handikabı. BAE’nin fütursuzluğu ve agresifliği ise yumuşak karnı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.