
Alparslan Türkoğlu
İngiltere Amerika’yı yine mat etti
İngiltere ve Amerika dış politikalarını birbirlerini dikkate alarak hatta istişare ederek belirlerler. Bu nedenle iki devletin dış politikaları ya aynıdır ya da eşgüdümlüdür. ABD ve İngiltere ters düştüğünde hangi devletin üstün geleceğini hep merak ve takip etmişimdir.
Tarihte iki devletin ters düştüğü en bilinen örnek, Süveyş Krizidir. Nasır iktidara geldiğinde Süveyş Kanalını millileştirdi. Bunu menfaatlerine aykırı gören İngiltere, Fransa ve İsrail iş birliği yaparak kanalı işgal ettiler. Bunun üzerine Kruşçev bir konuşma yaparaak, işgal sonlandırılmazsa, Paris ve Londra’ya atom bombası atacaklarını söyledi. ABD’de kendisine danışmadan iş yapan müttefiklerini kanalı boşaltmaya davet etti. Böylece İngiltere ve Fransa hem rezil oldular hem de büyük para kaybettiler.
Olayı burada bıraktığımızda SSCB ve ABD başarılı olmuş gibi gözüküyor. Bu olaydan sonraki gelişmeleri değerlendirdiğimizde ise tablo değişiyor. Bu olaydan ders alan İngiltere ve Fransa atom bombası üretme çalışmalarını başlattılar ve sonuçlandırdılar. Yani ABD ve SSCB atom bombasına sahip olan yegane ülkeler olma imtiyazını kaybettiler. İngiltere ve Fransa ise ABD’ye mahkum olmaktan kurtuldular. SSCB’nin tehdit edemeyeceği ülkeler ligine terfi ettiler.
Son dönemde Londra ve Washington’un ters düştüğü konulardan birisi Türkiye’ydi. ABD Türkiye’nin giderek daha bağımsız dış politika takip etmesinden rahatsızdı. İngiltere ise Türkiye ile anlaşmak taraftarıydı. Çünkü İngiliz strateji uzmanları, Türkiye ile ortak hareket ettiklerinde Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar ve Türkistan’da daha etkili olacaklarını düşünüyorlardı. İki ülke birbirlerini tamamlıyordu.
15 Temmuz’da ABD FETÖ’nün, İngiltere Türkiye’nin yanındaydı. Daha doğrusu ABD Türkiye’yi kendi çizgisine çekmek için en sadık aparatı olan FETÖ’ye darbe yaptırmaya kalktı. Zafer İngiltere’nin oldu. Türkiye kazandı, FETÖ kaybetti.
ABD BOP projesini rafa kaldırdıktan sonra Ortadoğu’yu, İsrail’le iyi geçinmeleri şartıyla, Mısır, BAE ve Suudi Arabistan ittifakına teslim etti. Amacı Ortadoğu’yu bu ülkeler üzerinden yönetmekti. Londra, ABD’ye ve bu ittifaka karşı gelmedi, tavır almadı. Fakat Türkiye ve Katar’a yakın durdu. Her fırsatta ve ihtiyaç duyduklarında destek verdi bu iki devlete.
Beyaz Saray kısa süre zarfında desteklediği ittifakın başarılı olamayacağını anladı. Zira Suudi-BAE-Mısır ittifakı Irak, Yemen, Lübnan, Libya, Sudan ve Suriye’de netice alamadı. Ne İran karşısında başarılı olabildiler ne de Türkiye. Düşünün Katar emirini ABD’nin göz yummasına rağmen deviremediler. Bu gelişmelerden sonra ABD, İngiltere’nin yürüttüğü Türkiye ve Katar’ı ittifak üyeleriyle yakınlaştırma stratejisini desteklemeye başladı.
Bu tavır değişikliğini Türkiye ile ilişkileri düzeltme girişimleri takip etti. Öyle ki 2024 yılının Nisan ayında Erdoğan’ın Beyaz Saray’da ağırlanacağı açıklandı. ‘’Türkiye’ye en mesafeli başkan olarak’’ tanımlanan Biden döneminde böyle bir davetin yapılması devlet politikalarındaki değişikliğin göstergesiydi. Bu program Türkiye’nin bugüne kadar sadece Celal Bayar’a uygulanan en üst düzeyde protokol uygulanmasını istemesi, Amerika’nın seçim çalışmaları nedeniyle klasik program önermesi üzerine anlaşılamayarak iptal edildi. Ama Washington-Ankara yakınlaşması sürdü.
Türkiye ve Ortadoğu’nun şekillenmesi dışında ABD ve İngiliz dış politikaları ton farkları olmakla birlikte aynıydı. En büyük tehdit sıralaması farklıydı. İngiltere’de sıralama Rusya 1, Çin 2 iken Amerika’da tam tersiydi. İngilizler Çin’in güçlenmesini kararında olmak şartıyla olumlu karşıladılar zira bu ABD’nin nezdindeki pozisyonlarını güçlendiriyor. İlaveten Çin’i en fazla finanse edenler yani büyümeden nemalananlar İngiltere ve müttefikleri.
Trump iktidara gelince bu tablo değişti. Zira Trump’a göre Rusya Çin’den koparılmalıydı. Mümkünse batı blokuna katılması değilse nötr kalması sağlanmalıydı. Böylece Çin zayıflatılacaktı. Böyle düşünen Trump, Ukrayna’ya silah yardımını kesti. Putin’le ilişkileri düzeltti. Bu değişiklik İngiltere açısından kabul edilebilir değil. Çünkü İngiltere Avrupa’nın yanı başında bu kadar güçlü silah sanayi ve ordusu olan, enerji kaynaklarını kontrol eden kalabalık bir Rusya istemiyor. Hedefi Rusya’nın ikinci kez parçalanması ve enerji kaynaklarının kontrolünün daha küçük devletlere geçmesi. Aynı körfez gibi. Ukrayna savaşını sürdürerek Rusya’yı zayıflatmaya çalışan bu politika başarılı olursa özerk Türk devletleri bağımsız olur.
‘’Savaşı bir günde sonuçlandırırım’’ diyen Trump’ın Rusya’yı kazanma politikası beş ayda iflas etti. ABD yine İngiltere çizgisine geldi. Ukrayna’ya silah sevklerine başlandı. Patriyotların verilmesi tartışılıyor ki bu Rusya’nın artık füze saldırılarıyla korku ve panik yaratamaması ve moralleri bozamaması demek.
Gözüken o ki Putin ya maksimalist taleplerinden vazgeçecek ya da Rusya kan kaybetmeye devam edecek. Bu savaş Rusya’ya Kafkasya, Libya, Sudan ve Suriye’deki ağırlığını kaybettirdi. Putin’e olan halk desteği azaldı. Daha önemlisi savaşta çok fazla kayıp yaşayan Rusya Türkleri Rus devletinden psikolojik olarak koptular.
İki devletin farklı politikalar takip ettiği bir ülke de Suriye’ydi. ABD, PYD ile birlikte hareket ediyor ve Suriye’nin geneli ile ilgili bir siyaset üretemiyor adeta bocalıyordu. Oysa İngiltere Türkiye ile beraber HTŞ’yi dönüştürdü. Şartlar tamam olduğunda, ABD’nin de desteği sağlanarak Esad devrildi.
ABD ve İngiltere, İran’ı askeri yöntemler kullanmadan zayıflatmaya ve mevcut düzene entegre etmeye çalışıyorlardı. 7 Ekim saldırılarından sonra bu politika İran’ın müttefiklerinin silah kullanılarak zayıflatılmasına evrildi. Fakat İsrail yoğun lobi faaliyetlerinde bulunarak ABD’den İran’a operasyon yapma izni kopardı. Operasyonun nükleer tesislerin yok edilmesi bölümünü bizzat ABD üstlendi. İngiltere, karşı olmasına rağmen operasyon başladığı andan itibaren İsrail’e destek verdiğinden sürecin dışında kalmadı. Ateşkesin sağlanması için gayret gösterdi. Şimdi İran ile ABD’nin masaya oturmasına çalışıyor.
Günümüzde büyük devletler için insan hakları, demokrasi, adalet, hak ve hukukun önemi yok. Hedefleri ve çıkarları ehemmiyetli. Türkiye bu gerçeği dikkate alarak, hiçbir büyük gücün uydusu olmadan ama politikalarını göz önünde bulundurarak dış politika uygulamaya devam etmeli. Büyük devlet olmamız buna bağlı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.