Siyasetin gölgesinde çürüyen devlet

LİYAKATİN YOK OLDUĞU HER YERDE, DEVLET EROZYONA UĞRAR


LİYAKATSİZLİĞİN TARİHSEL YÜKÜ, BUGÜNÜN DEVLET ÇÖKÜŞÜDÜR

Devlet, yalnızca bir toprak parçası ve bir bayraktan ibaret değildir. Devlet; kurumları, kuralları, kadroları ve kadim gelenekleriyle bir milletin karakterini temsil eder. Bu yapı, tarihte ayakta kaldığı sürece millet de ayakta kalmış; yıkıldığında, millet dağılmıştır.

Türk devlet geleneği, bin yılı aşkın süredir ehliyet ve liyakat esasına dayalı bir sistemle büyümüştür. Selçuklularda Nizamülmülk’ün siyasetnamelerinde vurgulanan bu sistem, Osmanlı’da Enderun mektebiyle kurumsallaşmış, Cumhuriyet’in ilk döneminde ise Atatürk'ün “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” sözüyle çağdaş zemine taşınmıştır. Liyakat, yönetenin değil; devletin bekasını esas alır. Çünkü makamlar geçicidir, ancak devletin geleceği kalıcı olmak zorundadır.

Ne var ki son yıllarda devletin temel organları; emniyetten adalete, eğitimden sağlığa, turizmden yerel yönetime kadar pek çok alanda siyasi sadakatin boyunduruğu altına girmiştir. Görevine en layık olanın değil, en yakın olanın seçildiği bir düzen kurulmuş; bu da halk nezdinde büyük bir adaletsizlik, güvensizlik ve çaresizlik hissi yaratmıştır.

Liyakat artık bir kriter değil, dışlanan bir fazilet olmuştur. Bu çarpık düzende, hak eden değil, dayısı olan; iş bilen değil, iş bağlayan; proje yapan değil, propaganda yürüten ödüllendirilmektedir. Böylece sadece kurumlar değil, kamu vicdanı da yıpratılmaktadır.

Bu çalışmada, devletin asli kurumları üzerinde siyasal sadakatin doğurduğu yapısal çürümeyi analiz ediyoruz. Emniyet, adalet, eğitim, sağlık, turizm ve bürokrasi alanlarında yaşanan liyakatsizlik örnekleri üzerinden, hem tarihsel mirasa hem güncel tabloya ışık tutuyoruz.


ORTAK OLUMLU YÖNLER; İDEAL VE TÖREYE DAYALI SİSTEMDE

  • Liyakat esaslı sistemde:
    • Görev alan herkes bilgi, beceri, etik değer ve tecrübeye göre seçilir.
    • Devlet kurumları güvenilirliğini korur.
    • Vatandaş kurumlara güven duyar, devletine aidiyet hisseder.
    • Personel arasında adalet duygusu güçlenir, kurumsal barış sağlanır.
    • Halkın ihtiyaçlarına duyarlı, şeffaf ve hesap verebilir yöneticiler yetişir.
    • Genç kuşaklar torpil değil, başarıya inanmaya devam eder.
  • Kurumsal performans artar:
    • Emniyet tarafsızdır.
    • Adalet bağımsızdır.
    • Eğitimde kalite yükselir.
    • Sağlıkta memnuniyet artar.
    • Turizmde tanıtım ve marka değeri gelişir.

ORTAK OLUMSUZ YÖNLER; SİYASETE BAĞLI KURUMLARDA

  • Siyasi sadakat, kurumsal çöküşe neden olur:
    • Yetkin olmayan kişiler yönetici yapılır.
    • Devlet kadroları “partili olanlar ve olmayanlar” diye ayrılır.
    • Kurumlar liyakatsizlikle hantal, verimsiz ve kayırmacı hale gelir.
    • Vatandaş devlete olan güvenini kaybeder, adalet duygusu sarsılır.
    • Gençler sistemden umudunu keser; beyin göçü artar.
    • Devletin temel görevi olan "eşit hizmet" anlayışı rafa kalkar.
  • Siyasi baskı altındaki bürokrasi:
    • Polis gücü, yasal düzen için değil; muhalefeti bastırmak için kullanılır.
    • Yargı, delillere değil, makamlardan gelen talimata göre karar verir.
    • Öğretmen, rektör ve müdür atamaları siyasi listeyle yapılır.
    • Sağlık yöneticileri, performansa göre değil, tanıdıklığa göre terfi eder.
    • Turizm yatırımları, iktidara yakın şirketlere yönlendirilir; halktan kopar.

SONUÇ: SADAKATLE YÜKSELENLERLE KURULAN DEVLET, ENKAZA DÖNER

Bugün Türkiye'de yaşanan kurumsal çürümenin temelinde, siyaset eliyle liyakatin yok edilmesi yatmaktadır. Devlet, artık halka hizmet etmenin değil, partilere rant sağlamanın aracı haline gelmiştir. Devletin asli işlevi olan tarafsızlık, adalet ve güvenlik, siyasi ihtiyaçlara göre şekillendirildiğinde, geriye sadece tabela devleti kalır.

Liyakatsiz kadrolarla yönetilen bir devlette:

  • Güvenlik güçleri siyasi baskı aracı olur.
  • Yargı, adalet yerine korku üretir.
  • Eğitim, nitelik değil ideoloji üretir.
  • Sağlık, halk için değil, yandaş için planlanır.
  • Turizm, ülkenin markasını değil, partinin propagandasını taşır.

Tüm bunların sonucu; bir milletin umutsuzluğu, gençliğin başka ülkelere kaçışı, halkın isyanı, ekonominin daralması ve toplumsal çürümedir. Devleti yeniden ayağa kaldırmanın tek yolu, liyakati anayasal güvence altına almaktır. Her makam, her kadro, her ihale, her atama, sadece ve sadece “işin ehline” teslim edilmelidir.

Bu, sadece bir sistem tercihi değil; bir milletin varoluş tercihidir.


OKUYUCUYA SORULAR:

  1. Liyakat yerine sadakat esas alınan kurumların geleceği ne kadar sürdürülebilir?
  2. Sizin yaşadığınız bölgede emniyet, adalet, eğitim veya sağlık alanında liyakatsizlikten kaynaklı hangi sorunlar gözlemleniyor?
  3. Devlet kurumlarına olan güveniniz son 10 yılda arttı mı, azaldı mı? Neden?
  4. Her kamu kurumuna, siyaset dışı “bağımsız liyakat kurulları” atansa ne değişirdi?
  5. Gençlerin devlete değil, yurt dışına güven duyması neyin işareti sizce?
  6. Devleti partilerden korumak için sizce hangi anayasal değişiklikler yapılmalı?
  7. Hangi kurumda liyakat sağlansa, diğer kurumlar da hızla iyileşir?
  8. Sizce bu yozlaşmayı durdurmak bireysel mi, kitlesel mi başlar?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Pamuk Arşivi