
Hüseyin Kurt
PKK’nın Silah Bırakma Maskesiyle Gelen Siyasi Kuşatma!
Silahların susması, çocukların ölmemesi, anaların ağlamaması...
Kim buna karşı çıkabilir ki?
Terörsüz, huzurlu ve güçlü bir Türkiye ideali; bu milletin her ferdinin içtenlikle benimsediği, uğruna çaba harcadığı bir hedeftir.
Fakat işin iç yüzüne baktığınızda, mesele “terör bitti” diye sevinilecek kadar basit değildir. Çünkü bugün önümüze “barış” diye sunulan sürecin arka planında, aklı başında her Türk’ün endişeyle takip etmesi gereken gelişmeler vardır.
Her şeyden önce şunu net biçimde ifade edelim: Türkiye’de bir Kürt sorunu yoktur. Terör sorunu vardır. Ve bu terör, etnik kimliklerin hak arayışı kılıfıyla meşrulaştırılmaya çalışılmış emperyal projelere hizmet etmektedir.
Türk milleti, bin yıldır aynı coğrafyada omuz omuza yaşadığı Kürt kökenli kardeşini düşman belleyecek bir millet değildir. Asla da olmamıştır. Türk Milleti, Kürt kökenli vatandaşlarımızla terör örgütü PKK’yı asla eş görmemiştir. Eş görmediği gibi PKK’lı teröristlerin çoğunluğunun Kürt olmadığını da herkes bilmektedir.
Eğer Türkiye'de sistematik bir etnik ayrımcılık olsaydı, bu sadece doğu ve güneydoğuda değil; İzmir'de, Ankara'da, Antalya'da, Samsun'da, Edirne'de yaşayan milyonlarca Kürt vatandaşımıza da aynı muamele uygulanırdı. Ama yok. O halde neden hâlâ “inkâr siyaseti”, “asimilasyon”, “eşit vatandaşlık” gibi sloganlar pompalanıyor?
İşte tam bu noktada gözümüzü dikmemiz gereken asıl mesele ortaya çıkıyor: Büyük Ortadoğu Projesi (BOP). Irak’ta kurulan “Irak Kürt Bölgesel Yönetimi”, Suriye’de palazlandırılan YPG/PYD (SDG) oluşumu ve şimdi PKK’nın “kendini feshetmesi”... Bunların hiçbiri Türkiye merkezli değildir.
ABD’nin silah desteğiyle eğitip donattığı, İsrail’in stratejik vizyonuyla, İngiltere’nin yumuşak güç mühendisliğiyle ilerleyen bu süreçler, terörün bitişi değil, yön değiştirmesidir.
Geçtiğimiz günlerde Pervin Buldan sosyal medyaya düşen açık hava toplantısında açık açık şunu söyledi: “Kürtler Suriye’de statü kazandı, şimdi sıra Türkiye’de.” Bu cümle bile tek başına, “barış süreci” diye önümüze konulan paketlerin aslında üniter yapıyı hedef alan etnik bölücülük olduğunu göstermeye yetiyor.
Bugün PKK “silah bırakıyoruz” diyor ama açıklamasında Lozan Antlaşması’nı hedefe koyuyor.
Cumhuriyetin kuruluş anlaşmasını “inkâr siyaseti” olarak nitelendiriyor ve ısrarla 1924 Anayasası’nı hedef gösterip, 1921 Anayasası’na dönüş çağrısı yapıyor.
Yani üniter yapı, vatandaşlık tanımı ve merkezi egemenlik yerine; yerinden yönetim, özerklik ve çok kimlikli bir devlet yapısı talep ediliyor. Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesine açık bir meydan okumadır.
Üstelik herkes “PKK kendini feshetti”, “PKK silah bıraktı” diyor ama kimse şunu sormuyor:
Bu örgüt zaten 2002’de kendini feshettiğini açıklamamış mıydı? KADEK, KONGRA-GEL gibi isim değişimleriyle yoluna devam etmedi mi?
Eğer bu bir fesihse, o zaman 2002’deki neydi? Eğer o ciddiye alınmadıysa, bu neden ciddiye alınmalı?
Aynı şekilde, “PKK silah bıraktı” deniliyor, peki KCK ne oldu?
Örgütün çatı yapısı olan KCK’dan tek kelime edilmeden yapılan bu açıklamaların ne kadar bağlayıcı olduğu kamuoyuna izah edilmiyor.
Dahası, “Türkiye’de terör bitti” deniliyor ama kimse sormuyor: PKK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG (SDG), Irak uzantısı PÇDK, İran kolu PJAK ne olacak?
Eğer bu bir “barış” ve “tasfiye” süreciyse neden yalnızca Türkiye’yi kapsıyor?
Kandil, Mahmur, Sincar ve Avrupa’daki örgüt ağları neden hâlâ aktif?
Bu suskunluklar, “barış”ın değil, taktiksel bir yeniden yapılanmanın işareti mi?
Neden hiç kimse son iki yıldır planlanan bu sürecin devamında ne olacağını Türk Milletine anlatmıyor?
Ayrıca PKK yalnızca bir etnik örgüt değil; MLKP, TKP/ML, TKEP/L gibi radikal sol yapılarla entegre olmuş, ulusötesi militan bir ağ haline gelmiş bir yapıdır.
PKK’nın mevcut anayasal düzenin “tamamlanmamış” olduğu iddiası ise sadece PKK’nın bildirilerinde değil, Mehmet Uçum’un açıklamalarında da karşımıza çıkıyor ve “Cumhuriyetin kuruluşu yeni anayasa ile tamamlanacaktır” diyor.
Burası önemli: Bu söylem, PKK’nın “Lozan bitti, yeni dönem başlıyor” propagandasıyla örtüşmektedir.
Bu örtüşme masum bir tesadüf değildir.
Bu söylemler, Cumhuriyetin kurucu ilkelerinin aşındırılması anlamına gelir.
Türk Milleti tanımı sulandırılmak isteniyor.
Yeni anayasa, etnik kimlikleri hukuki statüye kavuşturmanın aracı haline getiriliyor.
“Terörsüz Türkiye” sloganı üzerinden, milleti ikna etmek için sembolik bir “barış ortamı” üretiliyor. Ama “barış”, sadece silahların susması değildir.
Barış, herkesin ortak paydası olan tek millet ve tek vatan anlayışına bağlılıktır.
Ayrıca:
Kürt kökenli vatandaşlarımızı bloklaştırarak onları bir “etnik oy deposu” haline getirme çabaları, siyasetin içine sinmiş modern bir “oy ağalığı” düzenini doğurmaktadır.
Bu yaklaşım hem bireysel iradeyi yok sayar hem de etnik siyaset üzerinden pazarlık zemini yaratır.
Bugün Türkiye’nin demokrasi, hukuk, insan hakları, ekonomi ve basın özgürlüğü gibi alanlarda ciddi sorunları ve kat etmesi gereken yolları vardır.
Bu temel sorunlar çözülmeden, PKK üzerinden yapılan vaatlerin toplumsal karşılığı da meşru ve sürdürülebilir görünmemektedir.
Ve son olarak “ana dilde eğitim” tartışması...
Bu konu Yugoslavya’da Tito döneminde başladı, ülkeyi kanlı bir şekilde parçaladı.
Türkiye benzer bir etno-dilsel ayrışmaya sürüklenemez.
Devletin resmi dili Türkçedir. Ortak aidiyet, ortak dil ile pekişir.
Bugün gözden kaçırılmaması gereken bir başka tehlike daha var: Son dönemde tırmanan Kürtçü söylemler, PKK'nın siyasallaşmasıyla birlikte bir etno-politik cepheye dönüşüyor.
Bu yönelimin doğal bir reaksiyonu olarak karşısında Türkçülüğü büyütecek ve tepkisel hareketlerle bir çatışma zeminine çekebilecek toplumsal riskler taşımaktadır.
Bu da Türkiye'yi etnik fay hatlarıyla oynayan bir kaosa sürükleyebilir.
“Demokrasi” adına başlatılan süreç, çok kolaylıkla ayrışma zemini haline dönüşebilir.
Neye EVET, Neye HAYIR diyoruz?
Terörün sona ermesine EVET, Cumhuriyetin kurucu anlaşması olan Lozan’ın tartışmaya açılmasına HAYIR.
Silahların susmasına EVET, 1921 Anayasası üzerinden özyönetim ve federatif yapıya geçiş taleplerine HAYIR.
Gerçek barışa ve birlikte yaşama iradesine EVET, etnik kimliklere ayrıcalıklı vatandaşlık statüsü verilmesine HAYIR.
Yeni ve sivil bir anayasa çalışmasına EVET, Türk milleti tanımının anayasadan çıkarılmasına HAYIR.
Milletimizin tüm fertlerinin zaten sahip olduğu eşit yurttaşlık hakkının korunmasına EVET, bu hakkı etnik pazarlık malzemesi haline getirmeye HAYIR.
Adaletin, hukukun ve demokrasinin güçlendirilmesine EVET, çok dilli kamu düzeni ve ana dilde eğitim dayatmalarına HAYIR.
Vakit, uyanık olma vaktidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.