
İsmail Türk
Sınırlarımız da Mayınları Kim Temizledi, Yolu Kime Açtı?
Türkiye son 20 yılda yaşadığı dönüşümlerle artık sadece içeride değil, dışarıda da kimin adına, kimin planları doğrultusunda hareket ettiği sorusuyla yüzleşmek zorunda. Bu yüzleşmeyi başlatacak temel dönüm noktalarından biri, bugün hâlâ birçok vatandaşın adını bile duymadığı bir anlaşma: Ottova Antlaşması.
1997 yılında imzalanan, Türkiye’nin ise 2004’te onayladığı bu anlaşma ile anti-personel kara mayınlarının kullanımı, üretimi, stoku ve transferi yasaklandı. Kağıt üzerinde insan hakları ve savaş mağdurlarına yönelik iyi niyetli bir anlaşma gibi dursa da, uygulamaları söz konusu olduğunda başka niyetlerin aracı olduğu ortaya çıktı.
Türkiye, bu anlaşmanın uygulayıcıları arasında en hızlı davranan ülkelerden biri oldu. Ne hikmetse bu hız, AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte olağanüstü bir boyut kazandı. Önce Suriye sınırında yıllarca terör ve kaçakçılığı engelleyen mayınlar temizlendi. O dönemde kamuoyunda büyük tepki vardı. Hatta temizlik işini İsrailli şirketlerin yapacağı iddiaları ayyuka çıktı. Tepkilerle durdurulsa da, süreç geri çevrilmedi.
Bugün dönüp baktığımızda, o temizlenen mayınlı arazilerin ardından gelen göç dalgasını, sınırlarımızın kevgire dönmesini ve iç güvenliğimizin nasıl zayıfladığını hep birlikte yaşadık.
Peki mesele yalnızca Suriye ile mi sınırlıydı?
Hayır.
Son günlerde İran sınırında da benzer gelişmeler yaşanıyor. Mayınlar temizleniyor, yollar açılıyor. Türkiye’nin doğusunda adeta korumasız bir koridor oluşturuluyor. Derken ne oluyor? İsrail ile İran arasında savaş ihtimali doğuyor. Askeri hareketlilik artıyor. İHA’lar, dronelar, topyekûn bir bölgesel savaşın işaret fişekleri atılıyor.
Şimdi sormak gerekiyor:
Bu sınırlar kim için açılıyor?
Bu yollar kime koridor oluyor?
Bu savaşın tampon bölgesi neden biz oluyoruz?
Cevabı açık:
Türkiye, uzun süredir kendi planını değil, başkalarının planlarını uyguluyor.
Hatırlayın, 2004 yılında dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ne demişti?
“Ben Büyük Orta Doğu Projesi’nin eş başkanlarından biriyim.”
Bu söz sadece retorik bir gaf mıydı, yoksa bugünün yaşananlarının parolası mıydı?
Eğer mayın temizliği ile başlayan süreç, sınır güvenliğinin ortadan kaldırılmasıyla devam edip, şimdi bizi adım adım bölgesel savaşın içine sokuyorsa, bunun adı işbirlikçilik değilse nedir?
Eğer komşu ülkelerin rejimlerini yıkma hayaliyle girilen projeler, bize milyonlarca sığınmacı, milyarlarca dolar kayıp ve bir demografik kriz getirdiyse, bunun adı vizyon değil, büyük bir teslimiyet değil midir?
Ve en önemlisi:
Bu ülkenin devlet aklı nerede?
Bugün gelinen noktada “plan tıkır tıkır işliyor” diyorsak, önce şu soruyu cesurca sormalıyız:
Plan kimin planı?
Ve biz bu planda kimin yerini alıyoruz?
Not: Bu yazı, geçmişte yapılan uygulamaların bugünkü yansımalarını sorgulamak ve milli güvenlik politikalarının dış etkilerle mi, yoksa iç stratejiyle mi belirlendiğini anlamak adına kaleme alınmıştır. Eğer bu soruları sormazsak, cevapları başkaları verir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.